Paylaş
Hatırlayalım, geçen 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı kutlamaları kamu otoritesinin sergilediği engelleyici tutumlar nedeniyle sancılı bir şekilde geçmiş, bazı illerde valiler sivil toplum kuruluşlarının Atatürk heykellerine çelenk koymalarına bile izin vermemişti.
* * *
Bu olaylar üzerine o zaman belirttiğimiz bir görüşü bugün de tekrarlamak durumundayız. Hiç kimsenin ulusal bayramlarda aynı heyecanı, aynı coşkuyu hissetmek gibi bir zorunluluğu bulunmuyor. Ancak bir demokrasiden söz ediyorsak, bir ulusal bayramda vatandaşların düzenlemek istedikleri barışçı bir gösteriyi, etkinliği özgürce gerçekleştirebilmeleri gerekir.
Geçen 19 Mayıs’ta sergilenen kısıtlayıcı tutumlar 29 Ekim’de bir kez daha karşımıza çıkmıştır. Bu arada, bir ilin valisinin 29 Ekim daveti için mekân olarak bir pastaneyi uygun görmesi meseleyi asgari saygı ölçülerinin bile altına düşüren bir noktaya taşımıştır. Bu gidişle, artık 29 Ekim kutlaması için düğün salonlarının önerilmesine de hazırlıklı olmamız gerekiyor.
Ancak dün Ankara’da meydana gelen ve polisin orantısız güç kullanımına da sahne olan hadiseler kuşkusuz çok daha vahimdir. 29 Ekim 2012 tarihi, gelecekte Cumhuriyet Bayramı’nda yürüyüş yapmak isteyen insanlara gaz sıkılması, bayrak tutan vatandaşların polis tarafından tekmelenmesi gibi olaylarla hatırlanacaktır.
* * *
Sorunun birinci boyutu doğrudan demokrasinin özüyle ilgilidir. Bir demokrasinin oturmuşluğunun temel ölçütlerinden biri yazmak, konuşmak ve yayımlamak suretiyle ifade özgürlüğünün kullanılabilmesidir. Bir diğer ölçüt, insanların mesajlarını topluma aktarabilmeleri için toplanma ve gösteri yapabilme hakkına sahip olmalarıdır. Aslında ifade özgürlüğü ve toplanma, gösteri yapabilme hakkı aynı meşru demokratik hedefe dönük, birbirinin içine geçmiş kavramlardır.
Olgun bir demokraside, vatandaşlar, barışçı bir çerçevede kalmak koşuluyla toplanır, yürür, istedikleri yere çelenk bırakır ve dağılırlar.
Demokrasilerde devlet gücünü elinde bulunduran muktedirlere düşen görev, bu tür gösteriler canlarını sıksa bile duruma tahammül ederek göstericileri yol kenarından izlemektir. Onlara düşen önemli bir görev daha var: Bu hakkın kullanılabilmesini mümkün kılacak özgürlük ortamını yaratmak ve göstericilerin güvenliğini sağlamak...
Son dönemde Türkiye’deki siyasi ve bürokratik irade, ne yazık ki demokrasiyi sakatlayan bir şekilde daha çok bu hakkın kullanımını engelleme yönünde tecelli ediyor.
* * *
Meselenin ikinci yönü ise Cumhuriyet’in özüyle ilgilidir ve galiba daha düşündürücüdür. Cumhuriyet Bayramı, Türkiye’nin en değerli, en anlamlı bir-iki gününden biri olmak durumundadır. Böylesine özel bir günün toplumun bütün kesimlerini, siyasetin bütün taraflarını bir araya getirecek bütünleyici bir ortak payda işlevi görmesi beklenir.
Oysa dün televizyonlardan yansıyan görüntüler, ülkesinin kuruluş gününün nasıl kutlanacağı konusunda bile bir araya gelemeyen, bunun kutlanmasını bile bir çatışma hali içinde yaşayan bir ülkeyi anlatıyordu hepimize.
Atılan nutukları bir tarafa bırakırsanız, buradaki büyük fotoğrafta, ne yazık ki kuruluş öyküsü üzerinde bile iç mutabakatını kaybetmekte ve ruhen bölünmekte olan bir Cumhuriyet görünüyor.
Paylaş