Paylaş
Niye normal değil de, albino bir kurbağa?
Birazdan anlayacaksınız.
Araştırmacının adı John Gurdon’du...
Albino kurbağanın sindirim sisteminden aldığı bir hücreyi, normal bir kurbağaya yerleştirmişti.
Amacı, normal kurbağaya yerleştirilen bu hücreden albino bir kurbağa elde etmekti.
Başardı...
KALBE GİDEN YOL MİDEDEN Mİ GEÇER
Böylece, hücre biyolojisinin olağanüstü esnekliğini ispatladı.
İspatladığı basit şey şuydu:
- “Sindirim sistemi gibi aşırı uzmanlaşmış hücreler bile DNA’nın özelliklerini kaybetmiyor ve bir canlının bütün genetik özelliklerini koruyor...”
- Bugün baktığınız zaman çok basit gibi görünen bir gerçek, ama bir başka gelişmeye ilk adımı atıyordu. İkinci basit gerçek de şuydu:
- “Yetişkin bir hücreyi, çekirdek yumurta haline döndürmek için yeniden programlamak mümkündü...”
Bunun ne anlama geldiğini herhalde çıkardınız...
- Yaşlanan hücreleri gençleştirmek mümkündü...
O yıllarda tabii ki başka çalışmalar da vardı. Nitekim o çalışmalar Dolly adlı koyunun klonlanması ile sonuçlanmıştı...
KOYUN DOLLY DOĞDUĞUNDA NELER DÜŞÜNMÜŞTÜK NELER
Daha sonraki yıllar ise daha çok “kök hücre” denilen yola dalacaktı.
Yani tüpte elde edilen kalp, karaciğer, pankreas hücrelerinin bu organlarından hasta olan insanlara aşılanması...
1990’lar ve 2000’lerin ilk 10 yılı kök hücre ile ilgili etik tartışmalarla geçti.
Bir de ekilen kök hücrenin doku tarafından reddedilmesi sorunlarıyla...
Canlının bir organı hastalandığı zaman, bir başkasının sağlıklı organından alınan kök hücre geliştiriliyordu.
Tabii bu da doku reddine yol açıyordu.
Ancak albino kurbağa ile başlayan çalışma başka bir noktaya gidecekti.
2006 yılında, Kyoto Üniversitesi’nde bir araştırmacı çok önemli bir şeyi keşfetti.
Yaptığı iş şuydu:
Bir organı hastalanan canlının sağlıklı bir organından veya bölgesinden aldığı hücreyi “Uzmanlaştırıyordu”.
Gurdon 36 yıl önce neyi keşfetmişti?
- Canlının herhangi bir hücresi, bütün genetik özelliklerini içinde barındırabiliyordu.
- Sağlıklı bir mide hücresi, hastalıklı bir kalp hücresinin yerini alabilirdi.
Şimdi size bir “iyi” bir de “daha iyi” haberim var.
İyi haber şu:
Doktor Yamanaka, bir fareden aldığı olgun ve sağlıklı hücreye sadece 4 gen ekleyerek, onu ilk oluştuğu hale geri döndürdü. Yani gençleştirdi.
Daha iyi haber ise şu:
Hep şu söylenir: Fareler üzerinde sonuç almak iyidir de fareler insan değildir.
Değildir ama Doktor Yamanaka aynı deneyi insan hücresi üzerinde de yaptı ve aynı sonucu aldı.
Anlamı şuydu:
- Doku reddi sorunu tamamen ortadan kalkıyordu.
- Çünkü gelen doku yabancı değil, akrabaydı...
- Teorik olarak hasta hücreyi sağlıklı ile değiştirmek mümkündü.
- Yaşlı dokuyu gençleştirmek de mümkündü.
* * *
Bir dakika, hikâye henüz bitmedi...
Kimdir bu adamlar ve ne yapmışlar?
Buyurun yan tarafa....
Bir iyi haberim var, bir de daha iyi haberim... Ama bir de...
“GDO”lara savaş açan arkadaşlara kötü bir haberim var.
Birinci bölümde anlattığım buluş da bir tür “GDO”, genetiğiyle oynanmış organ...
Çünkü alınan sağlıklı mide hücresi, genetik değişime uğratılarak, sağlıklı bir kalp hücresi haline getiriliyor ve hastalıklı kalp hücresinin yerini alıyor.
Neymiş? GDO her zaman kötü bir şey değilmiş.
Japon araştırmacının adı Shinya Yamanaka...
Son iki gündür onların adını mutlaka işitmişsinizdir.
Bu yıl Nobel Tıp Ödülü bu iki araştırmacıya verildi.
İngiliz John Gurdon ve Japon Shinya Yamanaka...
Biri 1933 doğumlu, öteki 1962...
Le Figaro gazetesi bu ödülü hastalık tedavisi konusunda bir devrim olarak niteliyor.
Ama bu devrim bir başka çok önemli umudu daha getiriyor...
Acaba iki buluş, insanoğlunun Gılgamış Destanı ile ebedileştirdiği bir efsanenin gerçekleşmesine ilk adım olabilir mi...
Yani yaşlanan hücreleri gençleriyle değiştirerek sonsuz bir hayata ulaşma umudu...
Ama bugün 50’sini geçenler ne olacak?
Tabii onlara da gençleşme umudu var...
Hem de öyle bıçak altına yatarak, şeytani bakışlara, baboon dudaklarına dönüşmeden gençleşmek...
ŞİMDİ SAMİMİ SÖYLEYİN KAÇ YAŞINIZA DÖNMEK İSTERDİNİZ
Tabii şu sorun da var...
Kenan Evren, “Çok uzun yaşamak iyi bir şey değil” diyordu.
Sadece insanın kendisi açısından değil...
Yükselmek için başarılı ve otoriter babanın arkasında, sırada bekleyen çocuklar için de... Ama herkesin aynı fikirde olmadığını bilmek için müneccim olmak
gerekmiyor...
Ebedi hayat umudu, her insanın içinde hiç yaşlanmadan duran en sağlam DNA’dır...
Şimdi insanın “Yedek parça dükkânı” haline gelmesi fikri doğuyor...
Yaşlanırken bir yandan da gençleşmek...
Yani insanın en sevdiği yaşında kalabilmek...
Siz olsanız yedek parça atölyenizi hangi yaşta kalmaya programlardınız?
Ben 45’le 55 yaş arası...
Hep orada, öyle kalmak isterdim...
Haa...
Yazımı bitirmeden, belki lüzumsuz ama ilginç bir bilgi...
İnsanın yedek parça umudunu bulan Japon araştırmacının babasının mesleği neymiş biliyor musunuz?
Yedek parça üreticisi!
NOT 1: Yazıdaki bilgileri, Le Figaro ve Wall Street Journal gazetelerinin dünkü sayılarından aldım... Benzetmeler ve kurgu bana aittir... Yani GDO bir yazıdır.
NOT 2: 28 Şubat dolayısıyla bazı arkadaşlarımızın yazdıklarına bakarsanız, ben kötü, çok kötü bir insanım. Haklılar, yukarıda anlattığım bir iyi ve bir daha iyi haberin bir de kötüsü var. Bu kötü ruh, sinsi bir sırıtışla onu da sona bıraktı.
Bu buluşlar çok umut verici. Ama Doktor Gurdon bir mülakatında şunu söylüyor: “Bulduğumuz bu şeylerin görünebilir bir gelecekte tedavi amacıyla kullanılması mümkün görünmüyor...” Haa haaa... 65 yaşında kötü bir ruhun intikamı... Genç arkadaş, öyle keyifli keyifli sırıtma... Daha epey dişini sıkman gerekiyor.
Yani şimdilik şu geçerli: “Bir gün herkes 65 yaşını tadacak...”
Paylaş