Paylaş
Bu ülkede ‘hakikat’ daha 2002 yılının sonunda, yani Adalet ve Kalkınma Partisi’nin genel seçimi kazanıp tek başına iktidar olmasından hemen sonra 1. Ordu karargahında darbe planlandığıdır.
Nitekim, bu planlanan darbenin kuvveden fiile geçmesini engelleyen üç isimden ikisi, yani dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman ve Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök, cuma günkü Balyoz davası kararının ardından, ‘Hayır böyle bir darbe planlaması söz konusu değildi, yargılanıp ceza alan arkadaşlarımız masumdur, işlemedikleri bir suçtan ceza aldılar’ demediler.
Hakikat budur. Ama bu ‘hakikat’in ‘gerçek’le de kanıtlanması gerekir. Mahkemenin işi budur. Mahkeme, ‘hakikat’le değil, ‘gerçek’le ilgili olmak, kendini ‘gerçek’e ulaşmak zorunda hissetmek durumundadır.
Söz konusu ‘hakikat’i desteklediği söylenen ana deliller üzerinde ciddi şüpheler varsa, mahkeme evrensel hukukun binyıllarda oluşturduğu prensip gereği bu şüpheyi sanık lehine kullanmalıydı. Mahkeme, ‘gerçek’e ulaşmak için dönemin üç önemli tanığını, yani halen Ergenekon tutuklusu olarak hapiste olan dönemin Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanı İlker Başbuğ’u, Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman’ı ve Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ü dinlemeli, sanıkların ve sanık avukatlarının çapraz sorgu yapmasına izin vermeliydi.
‘Hakikat’i bilmek isteyen biliyor ama mahkemenin bu ‘hakikat’e ‘gerçek’ler yoluyla ulaşması gerekirdi.
Bir yanda ülkenin darbecilik tarihi var. Darbe özlemi içinde olanlar var. Ve onlarla hesaplaşma fırsatı doğmuş.
Ama bir yanda da, korumak istediğiniz demokrasinin en temel işlevlerinden biri olan adalet dağıtma var.
Hepimiz biliyoruz ki, adalet dağıtma işi ‘gerçekler’i tek tek sıralamaya hiç kalkışmadan sadece ‘hakikatler’le yapılmaya başlanırsa geri dönüşü olmayan sakıncalı bir yola girilir; geriye bir zaman sonra demokrasi falan kalmaz; azınlık düşünceler kendilerini saklanmak zorunda hissederler.
Tam bu noktada unutulmaz film, Sophie’nin Seçimi’ndeki gibi durumumuz. Çocuklarımızdan birini feda edeceğiz ki hayatta kalalım, diğer çocuğumuz hayatta kalsın.
Türkiye’de yaşadığımız trajedi esasen budur. Bizi hep kötünün iyisini seçmeye zorlar sistemimiz; seçimlerimiz neredeyse hiçbir zaman kötü ile iyi arasında
değildir.
Darbeye karşı demokrasiyi seçmek istersiniz ama size darbeye karşı eksik, yanlış, kusurlu ve burnundan kıl aldırmayan adaleti sunarlar. Ve sonunda darbeye karşı o yanlış, savunulamaz nitelikte olan, adil olmayan adaleti seçmek zorunda kalırsınız.
Seçim yapmak zorunda bırakılmamalıydık
BALYOZ davası elbette siyasi bir davaydı. Yanlış anlaşılan şu ki, bir davanın siyasi olması onun hukuksuz olmasını gerektirmez.
Yargılama sırasında yapılan usul hataları, yargılamanın özünü bozucu nitelikte. Mahkemenin delil incelemesi yapmamış olması anlaşılır gibi değil. Aynı şekilde, mahkemenin yargılanan iddianın en temel tanıklarını çağırma zahmetine bile girmemiş olması vahim bir hata.
Bugün toplumun bir bölümü yapılan yargılamaya ve elde edilen sonuçlara güvenmiyorsa, bu cezalandırmaları bir nevi siyasi intikam olarak görüyorsa, bunun sebebi delil toplama aşamasından başlayarak yapılan yanlışlar ve eksiklerdir.
Çok sayıda sanığın ciddi haksızlığa uğradığı, sırf ismi başkası tarafından yazılmış bir bilgisayar dosyasında geçiyor diye insanların hapse mahkum oldukları bir yargılamanın kamuoyu nezdinde inandırıcı olması çok zordu zaten.
Öte yandan toplumun bir başka kesiminin de mahkeme kararını desteklediği, çok beğendiği rahatça görülüyor. Bunun sebebi de, mahkemeye sunulan kanıtların inandırıcılığından çok bizim askeri darbeler tarihimiz.
Bazılarımız için ne pahasına olursa olsun darbeyle hesaplaşmak her durumda iyidir.
Kuşkusuz iyidir ama biz bu hesaplaşmayı çok daha iyi, çok daha sağlam kanıtlarla, çok daha tartışmasız biçimde de yapabilirdik. Çünkü güneş balçıkla sıvanmaz, ortada gerçekten bir darbe hazırlığı vardı.
Aynı sorun Ergenekon için de bizi bekliyor
BALYOZ’da yaşananların aynısının daha da ağırlaştırılmış biçimde Ergenekon davalarının sonunda başımıza geleceğini şimdiden bilelim. O davalar sonuçlandığında da, bugünkü tartışmaların aynısı olacak, bazılarımız yargılamaları yüceltecek, diğerlerimiz yerin dibine batıracak.
Öyle olacak çünkü, Ergenekon’da davaların özü olması gereken ve çok kuvvetli kanıtlarla desteklenen Sarıkız, Ayışığı-Yakamoz gibi darbe planları ve girişimleri işin merkezinde durmuyor. Maalesef bu davalar, ilgili ilgisiz pek çok konunun ve kişinin içine konmasıyla birlikte kocaman bir çuvala döndü.
Ergenekon davaları sonuçlandığında yine bir Sophie’nin Seçimi durumu ortaya çıkacak. Biz yine kötü ile kötünün iyisi arasında seçime zorlanacağız; iyi ile kötü arasında değil.
Bir konuyla, diyelim darbecilik hevesleriyle, hesaplaşmak demek, o hesaplaşmayı yapıp defteri de tekrar açmamak üzere rafa kaldırmak demektir. Hesaplaşma böyle yapılır.
Ama maalesef bizde daha soruşturma aşamasında yapılmaya başlanan ve yargılama sırasında da devam eden hatalarla o hesaplaşma fırsatı harcanıyor. Dosya
bir türlü rafa kalkmıyor, her günün güncel tartışması, siyaseti bölen konulardan biri oluyor.
Balyoz ve Ergenekon da korkarım öyle olacaklar.
Paylaş