Paylaş
Yargıtay Başkanı Ali Alkan, önceki gün yeni adli yılın açılış töreninde yaptığı konuşmada “Bir devletin demokratikleşmesinin gerçekçi işaretleri ifade özgürlüğü alanında izlenir” diyerek bu evrensel doğruyu hatırlatmış oldu.
Alkan hatta bir adım ileri gitti, bu denklemi tersine çevirerek “Bir devletin otoriterleşme eğilimleri de ilk önce ifade özgürlüğünde kendini gösterir” diye konuştu.
Peki buradaki ölçütleri hassas bir demokrasi sayacı olarak kabul edersek, Türkiye’de bugün devletin/hükümetin demokratikleşmedeki performansı ve ayrıca otoriterleşme eğilimine ilişkin ibrelerin yönünü nasıl okumamız gerekir?
“Diğer göstergeler bir yana...” diyor Ali Alkan ve tespitini yapıyor: “Ulusal mahkemelerimize ve AİHM’e giden dava dosyalarının sayısı dikkate alındığında, bir ifade özgürlüğü sorunumuzun olduğu açıktır...”
Dahası var. Yargıtay Başkanı “sorunun büyüdüğü” kanısındadır. Şimdi nasıl büyüdüğüne bakalım.
Kamu gücünde otoriter eğilimler
Alkan’a göre nedenlerden biri, “Kamu gücünün otoriter eğilimlerle kullanımı”dır.
Bu sözlerde genel bir otoriterleşme eleştirisinin yattığı açıktır. Gelgelelim Alkan’ın bu eleştirel dokunuşu, sorunu büyüten diğer nedenin kayda geçirilmesiyle kısmen dengeleniyor. İfade özgürlüğü, Başkan’a göre, kullananlara “görev ve sorumluluk yükleyen” bir alandır. “Bu gerçeğe aykırı hareket eden anlayışlar” da sorunu büyütmektedir.
Yargıtay Başkanı’nın bakışında tabloyu ağırlaştıran bir diğer faktör, “İfade özgürlüğünü istismar eden terörist yöntemlerin sorunun çözümünü güçleştirmesidir.”
Alkan, bu noktada ifade özgürlüğünün sınırlarını çizerken “Şiddete teşvik, ırkçılığa çağrı ve nefret içeren ifadelere geçit verilmemeli” diyor, ayrıca “Ancak kamu gücünü temsil edenler de toleransı elden bırakmamalıdır” çağrısında bulunuyor.
Özellikle nefret söylemi konusundaki çıkışın yüksek yargının zirvesinden gelmiş olması kuşkusuz sevindiricidir. Bununla birlikte, “şiddeti teşvik” konusundaki sınırlama, özellikle AİHM içtihatları ışığında Türkiye açısından en problemli alanlardan birini gösteriyor.
Buradaki temel sorun, Türkiye’de gerek mevzuatta gerek yargının uygulamasında, ifade özgürlüğü ile “şiddeti teşvik” unsuru arasındaki sınırın çok geçişken tutularak, pek çok fiilin, ifadenin kolaylıkla terör suçu kapsamına sokulabilmesidir. AİHM, bu başlıkta Türk yargısına açık eleştiriler yöneltmekte, bu nedenle Türkiye’yi sıkça mahkûm etmektedir. AİHM’in bu içtihadı karşısında Alkan’ın ne düşündüğünün ipuçlarını konuşmada bulamıyoruz. (Konuşmasında AİHM’e yalnızca bir kez atıf yapıyor.)
Kadına şiddete kuvvetli vurgu
Aslında buradaki formülasyonların, Yargıtay Başkanı’nın konuşmasının tümüne hâkim olan dengeli, ihtiyatlı bakışın bir ifadesi olduğunu söyleyebiliriz.
Alkan, aslında konuşmasında hukukun evrensel doğruları açısından söylenmesi gereken her şeyi söylemiştir. Hukukun üstünlüğü, idarenin yargı kararlarına uyması zorunluluğu, güçler ayrılığı, iktidarın sınırlandırılması gereği, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı gibi olmazsa olmazlar, hukuk teorisi ve felsefesi alanında karşılaşılacak bir akademik çerçeve içinde ortaya konmuştur.
Keza, kadına yönelik şiddeti en güncel insan hakları problemlerinden biri olarak nitelendirerek özel bir vurgu yapması çok olumludur ve bu mesajın yargının tüm katmanlarına ulaşması temenni edilir.
Yargının aykırılıklarını kim düzeltecek?
Bütün bu artılara karşılık, konuşmadaki ana eksiklik, bugün yargı alanında karşılaşılmakta olan reel sorunların ağırlığının metne tam anlamıyla yansımamış olmasıdır. Tutuklu yargılama alışkanlığı, uzun tutukluluk süreleri, yargılamalardaki usul hataları gibi artık Cumhurbaşkanı ve Başbakan tarafından da sıkça dillendirilen ve kamuoyunda büyük ölçüde konsensüs oluşturan sorunlara ve bunların çözüm perspektiflerine Alkan’ın konuşmasında rastlamıyoruz.
Bu yönüyle, konuşmanın Türkiye’nin AİHM’de en çok mahkûmiyet alan ülke olduğu gerçeğinin biraz uzağında kaldığını söyleyebiliriz.
Gerçi “Yargı düzeninin faaliyetindeki aykırılıkların yine yargı tarafından kanun yolları kullanılarak düzeltileceğini” belirtiyor Alkan. Ancak bu yolların özellikle özel yetkili mahkemeler alanında kilitlenmiş olduğu gerçeği karşısında, Başkan’ın bu güvencesi ne yazık ki boşlukta kalıyor.
Paylaş