Paylaş
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, son dönemde sıkça Suriye politikasında mezhepçiliğin söz konusu olmadığını kuvvetli ifadelerle vurgulaması, bu algıyı dağıtma çabası olarak görülebilir.
Türkiye’nin Suriye politikasının muhasebesine, üçüncü günde bu eleştiri üzerine odaklanarak şöyle devam edebiliriz:
(7) KILIÇDAROĞLU’NUN ALEVİLİĞİ İŞE KARIŞTIRILINCA
Mezhepçilik algısının ortaya çıkmasının en önemli nedenlerinden biri, Suriye’deki krizin iç politikada çekişme konusu olmasıyla birlikte, Başbakan Erdoğan’ın CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun Suriye tutumuna dönük eleştirilerine kendisinin Alevi kökenini de dahil etmiş olmasıdır. Beşar Esad, farklılıklara karşılık Aleviliğe yakın bir inanç olan Nusayri mezhebindendir. Erdoğan da Kılıçdaroğlu’nun bu nedenle Esad’ı desteklediğini ima etmiştir.
Başbakan’ın CHP liderine Suriye konusunda yüklenirken sarf ettiği “Kişi arkadaşının dinindendir” şeklindeki sözleri bu çerçevede örnek gösterilebilir.
(21/3/2012) AK Parti’nin iki numaralı yetkilisi Hüseyin Çelik’in “Akla kötü şeyler geliyor... Kılıçdaroğlu mezhep dayanışmasıyla mı Suriye’ye sahip çıkıyor” şeklindeki ima değil açıkça “özdeşleştirme” yaptığı sözleri bir diğer çarpıcı örnektir. (8 Eylül 2011)
(8) SUUDİ ARABİSTAN VE KATAR İLE İTTİFAK
Özellikle dışarıda bu algıyı pekiştiren önemli bir faktör, Türkiye’nin Beşar Esad’ı devirmeye çalışan ve ezici çoğunlukla Sünni unsurlardan oluşan Özgür Suriye Ordusu’na (ÖSO) verilen destekte bölgede Suudi Arabistan ve Katar ile birlikte en ön saflarda yer alıyor olmasıdır.
Suriye’deki iç savaşta Esad rejimine en kuvvetli bölgesel destek ise Şiilik ortak paydasında İran’daki rejim, Irak Başbakanı Nuri El-Maliki ve Lübnan’daki Hizbullah’tan geliyor. Savaş, bu haliyle Ortadoğu’daki Sünni ve Şii bloklar arasındaki bir çatışma, bir nüfuz mücadelesine dönüşmüş durumda. İki cephe de Suriye’de arkasında durduğu kendi müttefikinin kazanması için elindeki bütün imkânları seferber ediyor. Bu durum ister istemez Türkiye ve İran’ı, Suriye’de karşı karşıya gelen iki hasım durumuna sokuyor.
Ortaya çıkan bu tablo, Türkiye’nin, Cumhuriyet boyunca genellikle izlemeye çalıştığı Araplar-bölge ülkeleri arasındaki çatışmaların dışında kalma geleneğinin dışına çıktığını gösteriyor.
(9) MUHALEFETE LOJİSTİK DESTEK ÜSSÜ OLMAK
Bir başka önemli faktör, Türkiye’nin İslamcı grupların önemli bir rol üstlendiği Özgür Suriye Ordusu’na (ÖSO) verdiği desteğin ulaşmış olduğu düzeydir. Bu destek, sözel düzeyde Başbakan Erdoğan’ın yaptığı kuvvetli açıklamalar, uluslararası camianın harekete geçmesi için Ankara’nın yürüttüğü diplomatik seferberlik ve muhalif siyasi partilere-gruplara ev sahipliği yapılması gibi adımlarla sınırlı kalmamıştır. Bunun ilerisine giderek, askeri alandaki kanlı çatışmalarda ÖSO’ya verilen geniş bir lojistik desteği de içermiştir. Hatta örgüt, web sitesinde adresini Hatay olarak veriyor.
Muhalif gruplara silah sevkiyatının önemli bir bölümünün Türkiye üzerinden gittiği, bu silahların Suudi Arabistan tarafından finanse edildiği, bu ülkenin Esad’ı devirmek için muslukları sonuna kadar açtığı artık bir açık sırdır. Keza, savaşçı kadroların bir bölümünün Suriye’ye Türkiye üzerinden giriş yaptıkları, hatta iki yönlü sürekli giriş-çıkışların olduğu da biliniyor. Ayrıca, sınırın Suriye tarafına giden silahların El Kaide gibi terörist grupların eline geçmemesi için CIA ekiplerinin de sınırda “duruma göz-kulak oldukları” Batı basınında yazılan hususlardır. İstihbarat örgütlerinin, iç savaşı muhalefetin kazanması için basına yansıyan ölçülerin çok ilerisine geçen bir faaliyet yürüttüklerini düşünmek için mantıken her türlü neden vardır.
Sonuçta şunu söylemek bir hata olmaz: Türkiye-Suriye sınırı, en diplomatik ifadeyle bugünlerde “geçirgenliği yüksek” bir sınırdır. Bu durum, tabii ki Türk makamlarının bilgisi dışında değildir. Türkiye sınırı sıkı bir kontrol altında tutmuş olsaydı, ÖSO’nun kuzeyden bu lojistik desteği alabilmesi ve ayrıca bugünkü hareket serbestisini kazanabilmesi o kadar kolay olmayacaktı. Esad’ın devrilmesi halinde gelecekte bu dönemin tarihi yazılırken, kuvvetle muhtemeldir ki, Türkiye’nin muhalefete kuzeyden sağladığı kritik desteğin muhalefet için hayati bir işlev görmüş olduğu vurgulanacaktır.
Özetlemek gerekirse, Türkiye Esad rejiminin yıkılması için seferberlik halindedir. Bu saptama bizi “Ankara’nın başka bir seçeneği var mıydı ki?” sorusuna getiriyor. Yarınki değerlendirmemizde bu soruya yanıt arayalım.
Paylaş