SURİYE POLİTİKASININ MUHASEBESİ (2): Evdeki hesap çarşıya uymayınca

TÜRKİYE’nin Suriye’deki kriz karşısında izlediği tutumu tahlil etmeye devam edelim.

Haberin Devamı

Dünkü yazımızda, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad’la yakın ilişkisini kullanarak önce muhatabını demokrasiye geçmesi için ikna çabasına yöneldiğini, sonuç alamayınca da Şam’daki Baas rejimiyle bütün köprüleri attığını anlatmıştık.

Ankara’nın, geçen yıl ağustos ayında, yani bundan tam bir yıl önce meydana gelen bu keskin çizgi değişikliği sonrasında aldığı tutumun eleştiri çeken başlıklarını şöyle değerlendirebiliriz:

(4) ÖZGÜVEN,  ACELE YARGILARLA  BİRLEŞİNCE

Ankara’nın Suriye politikasına dönük yaygın eleştirilerin başında, Esad’a tavır alındıktan sonraki süreçte Baas rejimine karşı başlayan direniş hareketinin kısa zamanda sonuç alacağı gibi bir beklentiyle hareket edilmiş olması geliyor. Geçen yıl Kuzey Afrika’da önce ocak ayında Tunus’ta, hemen ardından şubatta Mısır’da ve (NATO müdahalesinin de desteğiyle) ekim ayında Libya’da baskıcı tek adam rejimlerinin birbiri ardına çökmesi, bütün bölgede hissedilen bir “değişim enerjisi” ve bunun tetiklediği bir “itme gücü” yarattı. Bu hareketliliğin aynı ivmeyle Suriye’deki rejimi de devireceği beklentisi, geçen yıl sonuna doğru Ankara’ya hâkim olan havayı yansıtıyordu.

Başbakan Erdoğan’ın Mısır’daki gösterilerin kritik bir yoğunluk noktasında yaptığı çıkışlarla belli bir etki icra etmiş olması, ayrıca Arap Baharı rüzgârlarıyla birlikte Türkiye’nin “rol modeli” olarak uluslararası politikada ön plana çıkması da bir başka faktör oldu. Bu gelişmelerin yarattığı yüksek düzeydeki özgüven duygusunun, Ankara’nın Suriye’deki krize bakışındaki “ruh hali”nde etkili olduğu söylenebilir. Ancak Beşar Esad’ın kısa zamanda devrileceği konusundaki heyecanlı ve iyimser beklentilerin karşılıksız kaldığını bugün tecrübeyle öğrenmiş bulunuyoruz.

Haberin Devamı

(5) GELECEĞİ  ÖNGÖRMEDE  EKSİKLİK

Bu noktada şu soruya yanıt aramamız gerekiyor: Suriye’deki iç savaşın uzayabileceği ve ülkenin kuzeyindeki Kürt bölgesinin özerkleşmesine, belki de ileride kopmasına yol açabilecek bir çözülmeye kadar gidebileceği Ankara’nın zihinsel egzersizlerinde ne kadar yer tuttu? Soruyu biraz daha açalım:

Bugün karşımızda duran kaotik tablo -göç dalgası hariç- öngörülebildi mi?

ABD 2002 yılında Irak’a müdahale için Ankara’nın kapısını çaldığında, böyle bir müdahalenin Irak’ta, bölgede ve Türkiye’de ne gibi sonuçlara yol açabileceği konusunda çok detaylı çalışmalar yapılmıştı. O dönemde yürütülen tahminlerin büyük bir bölümü sonradan doğru çıkmış, Ankara’nın muhtemel süreçleri çok önceden isabetli bir şekilde okuyabildiği görülmüştür.

Gelgelelim, Türkiye’nin muhalefetin yanına geçmesinin ardından Suriye’de bugün karşılaşmakta olduğumuz -PKK’nın müttefiki olan PYD’nin kuzeydeki hâkimiyeti de dahil olmak üzere- büyük belirsizliğin geçen yıl öngörülebildiğini söyleyebilmek güçtür.

Dışişleri Bakanlığı, bu çalışmaları üretebilecek birikim ve tecrübeye sahiptir. Bütün mesele, bu birikimin ne ölçüde seferber edilebildiği ve ayrıca karar alma
süreçlerine yansıtılıp yansıtılamadığıdır.

Haberin Devamı

(6) ANKARA’NIN  SURİYE VİZYONUNDA  BOŞLUK

Ankara cephesindeki bir diğer boşluk, Suriye gibi farklı etnik, dinsel ve mezhepsel aidiyetlerin iç içe geçtiği karmaşık ve zor bir toplumsal yapıda Esad rejiminin devrilmesi sonrasında nasıl bir ülke ve yönetim modelinin tasavvur edildiğinin net bir şekilde ortaya konamamış olmasıdır. Yapılan açıklamalarda her seferinde yalnızca genel bir demokrasi vurgusu ön plana çıkmıştır.

Ancak bu doğru hedef, ülkedeki farklılıkların hangi güvencelerle nasıl bir arada tutulacağına ilişkin bir yönetsel model çerçevesi sunmuyor. Bu çerçevenin ana hatları, ancak oldukça gecikmeli bir şekilde Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun bu ayın başındaki Erbil ziyareti sırasında Irak Kürt Bölgesi Başkanı Mesud Barzani ile birlikte yayımladıkları ortak bildiride karşımıza çıkmıştır. Bildiriye göre, “Yeni Suriye’de bütün etnik, dini, mezhepsel kimliklere saygı duyulmalı, bunların hakları garanti edilmeli ve korunmalıdır.”

Bu pozisyon, daha önce net bir şekilde ortaya konabilmiş olsaydı, muhtemelen AK Parti hükümetinin Suriye’de Sünni dayanışması içinde mezhepsel saiklerle hareket ettiği yolundaki algının belirmesi de önlenebilirdi.

Bu durumda yarın “Hükümet Suriye’de gerçekten mezhepçilik mi yapıyor?” sorusuna yanıt arayabiliriz.

Yazarın Tüm Yazıları