Paylaş
Bu bağlamda Türkiye’nin Suriye’deki kriz karşısında gerek değerlendirme, gerek uygulama aşamalarında bir dizi önemli hata yaptığı yolundaki görüşler de aran ölçüde kabul görüyor.
Hükümetin Suriye politikası, geriye dönük bir bakış açısıyla tahlil edildiğinde başlıca hataları ya da tartışmalı siyaset tercihlerini şu başlıklar altında irdeleyebilmek mümkündür:
1) BEŞAR’LA AŞIRI SAMİMİYET
En başa gidelim. AK Parti hükümeti, Arap Baharı daha ufukta görünmeden çok önce Suriye’deki Beşar Esad yönetimiyle çok yakın ve samimi bir işbirliğine yönelmişti. Bu politika, 2009 yılında iki ülke arasında, ortak bakanlar kurulu toplantıları yapılması ve vizelerin karşılıklı kaldırılması gibi ileri adımların atılmasına kadar varmıştı. Erdoğan ve Esad ailelerinin kurduğu sıcak ilişkiler de iki ülke arasındaki havayı iyice ısıtmıştı.
İlginçtir ki, bu dönemde, ABD’nin -teröre destek vermeye devam ettiği- gerekçesiyle Esad rejimiyle işbirliğinde daha temkinli hareket edilmesi yönündeki bütün frenleme girişimlerine AK Parti hükümeti ısrarla karşı durmuştur. Ankara, Suriye’de reform sürecinin -ancak Beşar Esad’ın, babasından devraldığı sistem karşısında desteklenmesi, elinin güçlendirilmesi- suretiyle hayata geçirilebileceğini savunmuştur. Bu amaçla Suriye’nin içte devam etmekte olan baskıcı uygulamaları, ayrıca Lübnan’ın Başbakanı Refik Hariri’nin 2005 yılında suikastle öldürülmesinde Şam’ın rolü olduğu konusundaki BM raporları da görmezlikten gelinmiştir.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “Beşar’a bir şans tanıyalım, onu kazanmaya çalışalım” şeklinde özetlenebilecek politikası, Esad’ın Suriye’deki güvenlik merkezli sistemi pekâlâ dönüştürebileceği, ekonomik işbirliğinin geliştirilmesinin de buna yardımcı olacağı varsayımına dayanıyordu. Bugün geriye dönük bakıldığında, bu hesap yapılırken Esad’a hak etmediği ölçüde yüksek bir avans açıldığı söylenebilir.
2) BEŞAR’I İKNA ÇABASI NAFİLE KALDI
Arap Baharı rüzgârları Mart 2011’den itibaren Suriye’nin sınırlarından içeri girmiştir. Olayların patlak vermesinden sonraki ilk dönemde Batılı merkezler Şam’daki rejime açıkça eleştirel bir tavır alırken, Başbakan Erdoğan daha kontrollü bir tutum benimsemiş, Beşar Esad ile tesis etmiş olduğu yakınlığı kullanarak, temsilciler göndererek olaylar büyümeden kendisini değişim yönünde adımlar atmaya, demokrasiye geçmeye ikna edebileceğini düşünmüştür.
Başbakan’ın bu politikasında iyi niyetle davrandığı konusunda şüphe yoktur. Sonuç getirmiş olsaydı, Erdoğan Suriye’nin barışçıl bir şekilde demokrasiye geçişinde rol oynamış bir siyasetçi olarak uluslararası camiada muazzam bir prestij kazanacaktı. Gerçekten de ABD Başkanı Barack Obama, Suriye karşısında nihai tutumunu almadan önce bir süre Erdoğan’ın bu çabasının sonuç getirip getirmeyeceğini beklemiş, ancak Beşar tercihini değişim değil, muhalefeti bastırmaktan yana koyunca, Ankara’nın denemesi nafile bir çaba olarak kalmıştır.
3) BEŞAR’A ŞAHSİ KIZGINLIĞIN ROLÜ
Erdoğan’ın Esad karşısındaki tutumunda en önemli kırılma noktası 2011 Ağustos ayıdır. Beşar’ın, gönderdiği bütün mesajlara olumsuz karşılık vermesi üzerine Erdoğan’ın tutumunda 180 derecelik bir değişiklik ortaya çıkmıştır. 2011 Şubat ayı başında Halep’te Esad’la görüştükten sonra gazetecilere “Sayın Beşar Esad’la bölgedeki gelişmelerle ilgili aynı kanaatleri paylaşıyoruz. Üzerinde ittifak ettiğimiz konu malum; bu bir demokratik taleptir” diyen (8/2/2011) Erdoğan, yaklaşık 5 ay sonra Esad’a “Zulümle abad olmaya gayret edenler, akıttıkları kanda boğulurlar” diye seslenmiş (23/8/2011), bir ay sonra da eski dostunu açıkça “yalancılıkla” suçlamıştır (26/9/2011). Başbakan’ın açıklamaları, daha sonra sertlik derecesi istikrarlı bir şekilde tırmanan bir çizgi izlemiştir.
Başından itibaren büyük riskler alarak kendisine yaptığı bütün açılımları karşılıksız bıraktığı, boşa çıkardığı için Beşar Esad’a şahsi düzeyde duyduğu tepki ve kızgınlığın, Erdoğan’ın sonradan Suriye karşısında benimsediği sert söyleme etki eden faktörler arasında yer aldığını düşünebiliriz.
(Devam edecek...)
Paylaş