Paylaş
Şöyle anlatıyor:
“Köşede bir masadaydılar. Ben de tam karşılarındaydım. İstemeden de olsa el ele tutuştuklarını, bacaklarını birbirlerine sürttüklerini görebiliyordum. Masanın altında ayakları birbirine dolanmıştı. Garson bir şişe şampanya getirdi, tek kelime etmeden öylece oturdular. Birbirlerine notlar yazıp veriyorlardı. Bu saatlerce böyle sürüp gitti. En ufak sıkılma ve yorulma emaresi göstermediler.”
(Bu öyküyü “Elizabeth Taylor–Hollywood’un Menekşe Gözlü Divası” isimli kitapta okudum. Yazan: C. David Heymann, Çeviren: Feride Nilgün Aras, Turkuvaz Yayınları.)
Tipik bir flört öyküsü, bu nedenle bir orijinalliği de yok aslında. Konuşmak yerine birbirlerine notlar yazıp vermeyi daha eğlenceli bulmuşlar belli ki ve hiç sıkılmadan bir masanın kenarında saatlerini geçirmişler.
O günlerde cep telefonu da yoktu tabii. Araya başkalarından gelen mesajlar, Twitter
biplemeleri filan giremedi.
Kim bilir, belki cep telefonları olsaydı, küçük kâğıtlara notlar yazmak yerine birbirlerine
SMS de atabilirlerdi.
Kuşkusuz ki bir kadın ile erkek arasındaki ilişkinin en heyecan verici evresi flört dönemi.
Yaşadığınızı hissedersiniz, ne için yaşadığınızı fark edersiniz. O güne kadar gözünüzde çok anlamlı ve değerli olan bazı şeylerin anlamsızlaşabildiğini, yaşamınızın yeni bir anlam kazandığını görürsünüz.
Sabah aynaya bakarken yüzünüzde çok alışkın olmadığınız bir belirsiz Mona Lisa tebessümü bile görebilirsiniz.
Sürekli onu görmek, onsuz bir an bile geçirmemek fikri beyninizde döner durur.
Gözünüzün önündeki şey bir bütün vücut ya da yüz değildir. Gamzeleri hatırlarsınız, bir şeyi hatırlamaya çalışırken gözünü kısışını, tebessüm ederken dudağının kenarında beliren ince çizgiyi.
Bunların çoğunu da zaten sizden başka kimse fark edemez. Çünkü âşık gözü başka şey görür, normal göz başka şey.
İlişki ilerledikçe, rüyanın kısa sürede bittiğini de görürsünüz.
Şairin “Zülfün zülfün dediğim, meğer saçının teliymiş” dediği, gerçekleri fark etme aşamasına geçersiniz.
O ilk dönemin heyecanının azaldığını görürsünüz ama eğer bu süre içinde âşık olmayı başardıysanız heyecanınız
biçim değiştirir ama yine de
sürer. Âşık olamadıysanız, o eski günleri ararsınız, bir tür madde bağımlısı gibi!
Elizabeth Taylor’ın biyografisini hoplaya zıplaya okurken onun bu tür
bir bağımlılığın esiri olduğunu düşündüm.
Dışarıdan bakana maymun iştahlı biri olduğunuzu düşündürecek bir bağımlılık, tiryakilik durumu.
Fark ettim ki kısa süreli flörtleri bir yana sekiz evlilik geçirmiş Elizabeth, sırf bu heyecana bağımlı hale geldiği için o ilişkiden bu ilişkiye geçip durmuş. Hayatının en fırtınalı ve uzun aşkını yaşadığı Richard Burton’da bulduğu da
ne o dillere destan elmas armağanları, ne de başka şeyler.
Burton, bir kadın ile flört etmenin anlamını bilen, sürprizlerle dolu bir erkek ve toprağı bol olsun, sanırım
bir benzerini bulmak da
o kadar kolay değil.
Kuşkusuz bir Burton bulmak kadar zor olanı da bir Elizabeth Taylor bulabilmek. Bakın Truman Capote onu nasıl tanımlıyor:
“Bacakları gövdesine göre kısa, başı oldukça büyük, yüzü de ona göre küçük. Ama menekşe rengi gözleri bir mahkûmun rüyası, bir sekreterin fantezisi: Gerçeküstü, ulaşılmaz. Ürkek ve aynı zamanda çok masum! Göz kamaştırıcı menekşe gözlerin ardında daima var olan kuşku kıvılcımları.”
Burton’ın da ondan bir türlü kopamamasının nedeni biraz da bu olmalı sanırım. Defalarca ayrılmalarına rağmen, dönüp dolaşıp ona koşması, onu yeniden kazanmaya çabalamasının açıklamasını Capote’nin sözlerinde buluyorum.
Alexander Jardin, Türkçe’de Küçük Vahşi ve Fanfan isimli romanları da yayımlanan bir Fransız yazar.
Filme de çekilen Fanfan’da (Sophie Marceau, o filmde bir üzüm buğusu gibiydi) flört dönemini ölene kadar sürdürmek için birlikte olduğu kadına dokunmayan, onunla sevişmeyen bir erkeği anlatıyor.
Kadın bu durumdan hoşlanmıyor ve adamı terk etmeye karar veriyor, şöyle söylüyor:
“Her sabah seni terk edeceğim, beni yeniden kazanmak için akşama kadar vaktin var. Başaramadığın gün beni bir daha göremeyeceksin!”
Ölüp bayıldığınız kadını bir kez daha göremeyeceğinizi düşünerek yataktan kalkıyorsunuz ve onun kalbini yeniden kazanabilmek için önünüzde sadece güneşin batışına kadar göz açıp kapatır gibi hızla geçebilecek bir süre var!
Ne dersiniz, bunu yapabilir misiniz? Bir günlüğüne Richard Burton olabilir misiniz?
Hayatınızdaki kadının değerini bir kez daha anlamak için, o eski flört günlerinin heyecanını yeniden hatırlamak için yarın sabah böyle bir oyunun parçası olabilir misiniz?
Cesareti olan parmak kaldırsın!
Nallıhan hazır, sizi bekliyor
GEÇTİĞİMİZ yıl eylül ayında Atlas dergisinin okuyucuları için düzenlediği bir doğa yürüyüşüne katılmak için Ankara’nın ilçelerinden Nallıhan’a gitmiş, sizlere de bu olağanüstü doğa zenginliğimizden bu köşede söz etmiştim.
Nallıhan ile ilgili olarak sevindirici bir haber aldım.
Türkiye Çevre Vakfı, Ankara Kalkınma Ajansı’nın da desteğiyle, Nallıhan’daki yürüyüş parkurlarının iyileştirilmesi projesini tamamlamış.
Proje çerçevesinde, Nallıhan’daki 10 ayrı yürüyüş parkurunu, botanikçi, zoolog, jeolog, jeomorfolog, plancı ve haritacı uzmanlardan meydana gelen grup tek tek dolaşmış, yörenin doğasıyla ilgili bilgileri (bitki, hayvan, yörenin jeolojik özellikleri gibi) toplamış.
Bu bilgiler yürüyüş haritalarına işlenmiş, renkli broşürler haline getirilmiş. Türkçe ve İngilizce olarak hazırlanan broşürlerin baskısı bitmek üzere!
Eylül yine geldi ve Nallıhan doğasever yürüyüşçüleri misafir etmek için bu kez her zamankinden daha çok hazırlıklı.
Türkiye Çevre Vakfı’nın internet sitesinde (www.cevre.org.tr) Nallıhan ile ilgili bölüme girerseniz daha ayrıntılı bilgilere de ulaşabilmeniz mümkün.
Eylül ayında bir kısa hafta sonu tatili için gidecek yer arıyorsanız, tabiatı ve yürümeyi de seviyorsanız bir denemenizi öneririm.
Paylaş