Paylaş
İktidarın iddialı hedefleri var. Bunların başında, 2023 yılında Türk ekonomisini dünyanın en büyük 10 ekonomisinden biri yapmak geliyor.
Bunu başarabilmek bugünden bakınca pek kolay gözükmüyor. Çünkü gündel tehlike, Türkiye’nin orta gelir tuzağına takılması, uzunca bir süre kişi başına 10-15 bin dolarlık gelir aralığında duraklaması. Geçmişte nasıl 2000-4000 dolar aralığında uzun süre durakladıysak öyle yani.
Orta gelirde takılıp kalmanın ardında önemli sebepler var. Bu sebeplerden biri, ülkenin hatırı sayılır büyüklükteki bir bölümünde savaş şartlarının geçerli olması. Milyonlarca Kürt yurttaşımızın kalbi, havalanan her helikopterde, düşen her top mermisinde, patlayan her silahta küt küt atıyor: ‘Acaba ölen benim oğlum mu?’
Bir başka önemli sebep, süregiden bu savaş şartlarının bahane edilerek özgürlüklerin kısıtlanmaya devam etmesi, adam gibi bir hukuk devleti kurmaktan kaçınmamız, vatandaşımıza güvenmeyen vesayet sistemlerini ısrarla korumamız.
Üçüncü önemli sebep, ikincisiyle bağlantılı: Eğitim sistemimizin özgürlüklere dayanmaması, özellikle üniversitelerimizde hâlâ öğrencilerin etnik kökenlerine bakılarak fişlenmesi, önlerinin kesilmesi, bilimsel özgürlüklerin olmaması, özgür düşünceli bireylerin yetiştirilmemesi.
Dördüncü önemli sebep de bağlantılı: Ülkede demokrasinin birinci sınıf olmaması, yerel yönetimlere güvenilmemesi, halkın iradesinin liderlerin iradesine dönüştürülmesi...
***
2023 için öngördüğümüz ekonomik hedeflere ulaşmak istiyorsak, önce ülkemizin bir bölümündeki savaş halini sona erdirmeliyiz. Adıyla söyleyelim, Kürt sorununu çözmeliyiz.
Kürt sorunu, evet bir yanıyla, en çok can yakan yanıyla silahlı bir sorun. Ama öteki yanlarıyla da Kürt yurttaşlarımızın temel insan haklarının tanınması, ana dilde eğitimden eşit yurttaşlığın önündeki bütün engellerin kaldırılmasına, gündelik hayatın ayrımcılıklarının sona ermesinden başta eğitim olmak üzere fırsat eşitliğinin sağlanmasına, yerinden yönetim ilkesinin hayata geçirilmesinden demokrasinin tam anlamıyla gerçekleşmesine kadar pek çok temel özgürlük ve eşitlik alanını da içeriyor.
Ve dikkat ettiyseniz, işin silahlı boyutu dışında saydıklarımın sadece bir bölümü Kürtlere özgü sorunlar; geri kalanı hepimizin, herkesin sorunu olan temel özgürlüklerle ilgili.
Ama bizi yönetenler o temel özgürlükleri bizlere çok görürken hep Kürt sorununu bahane ediyorlar, ‘Tamam size verelim ama Kürtlere de vermemiz gerekir sonra’ diyerek vesayete bahane ve rıza üretiyorlar.
Bir şeyi kabul edelim: Kendi Kürt sorunumuzu çözemezsek başka hiçbir sorunumuzu çözemeyiz aslında. Buna ekonomik kalkınma da dahil.
Kürt sorunu nedir sorusuna bir cevap
İZNİNİZLE bir okuyucu mektubundan kısa bir alıntıyla yapacağım, geçen günkü yazımda geçen bir cümleyi eleştiriyor okuyucum:
“Kürtlerin kendisini daha az eşit hissetmesi için her şeyin ortadan kaldırılması...’ Neymiş o, yaz da biz de bilelim. Nasıl az eşit hissediyorlar kendilerini, bizim yapıp da onların yapamadığı ne var? Daha ne vermemiz gerekiyor kendilerini iyi hissetmeleri için?”
Şu dört cümleye sığan zihniyet, tersinden bakınca ‘Kürt sorunu’ denen şeyin ne olduğunu da anlatıyor esasen.
PKK’sız çözüm mümkün mü?
SALI günkü yazıma sadece milliyetçi/ulusalcı kesimlerden tepki almadım. Kürt kesimler de tepki gösterdi, ‘PKK’sız çözüm olmaz’ dedi.
Bence de PKK’yı dışlayan bir çözüm olmaz ama hükümet şu an için böyle bir çözüm peşinde. PKK da kendisini çözümün ortağı konumundan sorunun ortağı konumuna hızla çekti, bu durum hükümetin de işine geliyor kuşkusuz.
Yalnız mesele şu ki, hükümet PKK’sız çözümden, daha çok PKK’lıyı özdfürmeyi anlıyor; o PKK’lıları dağa çıkaran sebepleri ortadan kaldırmayı değil.
Bundan 15-20 yıl önce de durum böyleydi. Ve belki o zaman samimi bir açılım ve özgürleştirme politikasıyla PKK’sız bir çözüm bulmak mümkündü. Bugün her zamankinden daha zor böyle bir çözüm, yarın daha da zor olacak.
Karamsarlığa kapılmadan edemiyor insan: Belki de bu sorun çözülsün istenmiyor, bu savaş sonsuza kadar devam etsin, ne Türkiye teslim olsun ne PKK, hep kan aksın...
Özgürlüklerimiz ‘ama’sız olmalı
BİN defa yazdım, daha da milyon kere yazarım gerekirse: Mevcut Anayasamızın 13, 14 ve 15. maddeleri yerinde durdukça bu ülkeye birinci sınıf demokrasi gelmez, gelemez. Bu maddelere yansıyan ruh korunacaksa, yazılacak anayasa da ‘yeni’ falan olmaz.
Mevcut anayasanın 13, 14 ve 15. maddeleri, temel insan haklarının hangi durumlarda kısıtlanabileceğini hükme bağlayan maddeler.
Anayasamız, bütün özgürlüklerin sonuna getirilen ‘ama’lardan kurtulmadıkça, biz birilerini eline silah almadığı halde fikirleri nedeniyle hapse atan, iktidarları sürekli ‘muhalefeti susturmak’la suçlanan ülke olmaya devam ederiz.
Fakat korkarım, Meclis’teki iktidar ile muhalefeti uzlaştıran nadir noktalardan biri, özgürlüklerin sonuna ‘ama’ eklemek.
‘Basın hürdür ama...’, ‘Haberleşme özgürlüğü vardır ama...’, ‘İnanç özgürlüğü vardır ama...’, ‘İfade özgürlüğü vardır ama...’, ‘Barışçıl gösteri yürüyüşü yapmak serbesttir ama...’
Dikkat edin, gazetelerimizde hükümete veya kurumlara eleştiri olarak yazılan şeylerin tamamı bu ‘ama’lardan kaynaklanır.
Kürt sorunu bu ‘ama’ların en büyüğünün neden olduğu bir sorun.
Paylaş