Paylaş
Mesela davanın 1 numaralı sanığı Oktay Yıldırım hakkında, “sanığa ait olduğu iddia edilen el bombası sayısı, parmak izi...” gibi delillerden bahsediliyor...
65 numaralı tutuklu sanık İlker Başbuğ hakkında böyle “şiddet” delili olacak şeylerden hiç bahis yok, sadece “çok sayıda yazı ve belgeyle ilgili inceleme raporları, Genelkurmay’ca gönderilen yazı ve belgeler...” gibi delillerden bahsediliyor...
Şablon ‘birey’e uymuyor
Ama kararda bu ikisi için ve bütün tutuklu sanıklar için, “kaçma şüphesi olduğu” belirtiliyor! Çünkü davanın bazı sanıkları geçmişte kaçmışlarmış...
Yine ikisi için ve bütün tutuklu sanıklar için, “delilleri karartma şüphesi”nden bahsediliyor! Çünkü mesela dışarı çıkarlarsa tanıklara ifadelerini değiştirmek için baskı yapabilirlermiş...
Kaçma, delil karartma gibi kavramlardan oluşan bir şablon, kelimesi kelimesine, böyle bütün sanıklar için geçerli sayılmış.
Fakat kalabalık bir davada birkaç sanığın yurtdışına kaçmış olması, diğerlerinin de kaçacağını mı gösterir? Peki, tahliye edilmiş sanıklardan hiçbirinin kaçmamış olması, eğer genelleme mantığı geçerliyse, yeni tahliyelerde kaçma olmayacağını göstermez mi?!
Delilleri karartma konusundaki genellemeye gelince... Tahliye edilecek bazı sanıklar şahitlere baskı yapacaksa, bunu dışarıdaki eşleri, çocukları, arkadaşları yapamaz mı? Hem baskı yapacakları nereden belli? Dahası, bazı tutuklu sanıklar var ki, haklarında dinlenecek şahit yoktur, kime baskı yaparak ifade değiştirtecekler?!
Yine genelleme mantığının bireysel durumlar için ne kadar yanlış olabileceği görülüyor.
Zaten ceza hukukunun ‘kutsal’ ilkelerinden biri suçların, delillerin ve cezaların bireyselliğidir.
AİHM içtihatları
Sayın mahkeme AİHM içtihatlarını da “tutukluluk halinin devamı” için gerekçe göstermiş: Tutukluluk için standart bir süre olmadığı, kalabalık sanıklı davalarda tutukluluk süresinin uzayabileceği, tutukluluk için makul suç şüphesinin yeterli olduğu, şüphenin kuvvetli olmasının bile gerekmediği...
Mahkeme, atılı suçun terör ve katalog suçları niteliğinde olduğunu da belirtiyor.
Bunlar doğrudur. Fakat mahkeme genelleme yapmak yerine, “şu kişi kaçar mı?” diye “somut” bir değerlendirme yapmalıydı. Çünkü bombayla, cinayetle suçlanan biriyle, bir milletvekili, bir genelkurmay başkanı, gelip kendisi teslim olmuş bir profesör hakkında aynı “kaçma şüphesi” söz konusu olabilir mi?
Böyle somut durumlara bakmak gerekirken, mahkeme, “ihsas-ı rey” olacağını belirterek somuta girmekten sakınmıştır. Halbuki bu kanun emriydi.
Yargısal aktivizm
Üçüncü Paket niye çıkarılmıştı? “Katalog suçlar” için bile niye “adli kontrol” imkânı getirilmişti? Bazı tahliyeler olabilmesi için... Mahkeme ise 65 tutuklu arasında “adli kontrol” yoluyla tahliye edilecek bir tek kişi bile bulamadı...
28 Şubat’tan itibaren 1990’ların sonuna kadar yargı muhafazakârları mahkûm etmek için eski TCK’nın 312. maddesini “zorlama yorum”la uygulamış, dönemin Adalet Bakanı Sayın Hikmet Sami Türk bunu defalarca eleştirmişti. Ecevit hükümetleri döneminde 312. madde liberalleştirilmiş, mesela “tehlike” şartı getirilmiş, fakat yargı “irtica her zaman tehlikedir” diyerek eski çizgisini sürdürmüştü...
Bugün kanun koyucu katalog suçlar için bile “adli kontrol” imkânı getirdiği halde, yargının “hafif koruma tedbiri” diye, hiç kimseye uygulamamış olması bana yine bu “yargısal aktivizm” kavramını hatırlatıyor.
Paylaş