ŞENER Şen’den dinlemiştim, artık aramızda olmayan (nur içinde yatsın, ismini yazmıyorum çünkü bunun için iznini almama olanak yok artık) bir film yönetmeni, yaşlanıp da cinselliğe olan ilgisi azalmaya başladığında bir gün şöyle demiş: “Kadınların da konuşabildiklerini fark ettim, çok mutluyum.”
Böyle söylemesinin nedeni hayatına giren kadınların dilsiz olmaları, fikirlerini söylemeye çekinmeleri ya da hiçbir fikre sahip olmamaları değil tabii. Kadınlar konuşurmuş ama rahmetli, karşısındaki kadın ile ilgili planlarını nasıl gerçekleştireceğinin hayallerine daldığı için ne anlattıklarını duymazmış bile. Sekiz yıl kadar oluyor, bir üniversite profesörü bir konuşmasında artık iktidarsız olduğu için çok mutlu olduğunu söylemişti. O tarihte yönettiğim Milliyet’te, pazar söyleşilerini yapan Elif Korap’a “hoca ile konuşmasını” önermiştim. Hoca, o söyleşisinde artık cinsellik ile ilgisi kalmadığı için daha huzurlu olduğunu, kadınlar ile daha normal bir ilişki yürütebildiğini söylüyordu. Milliyet’in internetteki arşivinden aynı zamanda çok iyi bir şair olarak da tanınan bu felsefe hocasının sözlerini buldum ve yeniden okudum: “O yönde bir arzum kalmadı. Bunun için belli bir yaşa gelmek gerekiyormuş meğer. İnsanın kendini cinselliği olmayan bir varlık gibi algılaması ne güzelmiş meğer. Oh dünya varmış!” diyordu. Filozof Arthur Schopenhauer’in de böyle bir öyküsü var: Göttingen Üniversitesi’nde öğrenci olduğu yıllarda bir kır gezintisi için arkadaşlarıyla birlikte plan yaparken gruptakilerden biri, “Geziye götürecek birkaç kadın bulmalıyız” deyince Schopenhauer geziyi iptal edip şöyle söylemiş: “Hayat o kadar kısa, tahmin edilemez ve uçucu ki böyle büyük bir çaba göstermeye hiç değmez.” Ama bu sözlerin üzerinden on yıl bile geçmeden çıktığı İtalya gezisindeki davetlerde pek çok çekici kadınla tanışan Schopenhauer’in “Hepsinden çok hoşlandım, ah keşke bir de beni isteselerdi” dediğini de biliyoruz. Ama şöyle örnekler de var, unutmayalım: Oliver Wendell Holmes Jr. 85 yaşında yolda yürürken güzel bir genç kızla karşılaşmış. Kızı gördüğünde şöyle dediğini okumuştum bir “özlü sözler” kitabında: “Ah, yeniden 70 yaşında olmak vardı!” Rahmetli yönetmenin de, her iki filozofun da aslında kadınsız bir hayat düşünemediklerini söylemek zor değil. Daha sonra böyle konuşmuş olmalarının nedeni, kadınları sevmemeleri değildi kuşkusuz. Büyük olasılıkla anıların yorgunluğunu taşıyorlardı. Benzeri düşünceleri erkekler için taşıyan kadınlar da vardır kuşkusuz, ama ben tanımadığım için “cinsellikle işi bitince erkeksiz yaşayan dişilere” örneği hayvanlar âleminden vereceğim. “Amazon Molisi” adını taşıyan bu minik balık aslında kendini klonlayarak üreyen “gynogen” bir tür. Ama kendisini klonlayıp üremeye geçmeden önce, çevrede bulunan başka türden iki balık familyasının erkekleri ile cinsel ilişki kuruyor. İnsandan başka böyle bir canlı yoktur diye biliriz, ama Amazon Molisi de üreme içgüdüsünden bağımsız olarak o erkekler ile ilişkiye giriyor. Kendisini klonladıktan sonra da bu işlerden elini eteğini çekip gidiyor. O iki farklı balık türünün erkeklerinin sonunda üreme eylemi olmadığı halde bu ilişkiye neden girdiklerini elbette bilemiyoruz. Bilim adamları, şöyle bir ihtimalden söz ediyorlar: Büyük olasılıkla Amazon Molisi ile ilişkiye giren erkek balıklar, kendi cinslerindeki dişilerin ilgisini daha çok çekiyorlar! Bu dünyada, insan türünün erkeklerinin “yalnız olmadıklarını” gösteren bir durum bu da sanırım. Meseleye böyle tamamen “ters açıdan” girdim ama yazmak istediğim şey aslında yaşadıklarımdan öğrendiğim en önemli konuydu: Bir erkeğin hayatını anlamlı kılacak olan şey, bir kadına tutku ve sevgi ile bağlanmasıdır! Verdiğim çok ekstrem örneklerin de geçmiş hayatlarını anlamlandıran şey aslına bakarsanız bundan başka bir şey de değildi. Ama dedim ya, anılarının yorgunluğunu taşıyorlardı. Bir erkeğin, yaşamında sevdiği özel bir kadın yoksa bu kuşkusuz ki eksik kalmış bir hayattır. Eksiktir, çünkü bir erkeğin hayat içindeki duruşu, yaşamını paylaştığı kadının durduğu yerle ilgilidir. Başka bir deyişle, bir erkeğin vizyonu birlikte olduğu kadının vizyonu ile sınırlıdır, ne bir adım ilerisi, ne bir adım gerisi! Erkekler, hayatta ne yaparlarsa bir kadın için yaparlar ki bunu daha ilkokul birde öğrenmiştim. Sınıftaki kızların dikkatini çalışkanlıkları ile çekemeyen erkek çocukların, sınıfın en azgın tiplerine dönüşmelerinin nedeni de budur zaten: Kızların dikkatini çekmek! Sonra yıllar geçer, yaşlar ilerler. Bir kadına sarılmak, onu öpmek gençlikteki gibi bir heyecan patlamasına yol açmamaya başladığında bile yanımızda bir kadın ararız. Dünya kalabalıktır ama aslında hayatlarımız hep iki kişiliktir. Ataol Behramoğlu’nun bir şiirini hatırlamanın zamanıdır şimdi: “Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var: / Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi / Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten / Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği.”