Paylaş
Getirilen düzenlemelerin AİHM içtihadıyla da birleştiğinde hâkimlerin önüne oldukça geniş bir takdir alanı açtığını söyleyebilmek mümkün.
AİHM İÇTİHADI BAĞLAYICI
Tutuklu milletvekillerinin durumunu teorik olarak kolaylaştıran birinci unsur, tutuklama rejiminin yargı reformuyla olduğu gibi değiştirilmiş olması, sanıkların hapiste tutulmalarını teşvik eden hükümlerin mevzuattan kaldırılmış olmasıdır.
Buna ek olarak, adli kontrol tedbirleri de çeşitlendirildiği için milletvekillerinin tutuksuz bir şekilde yargılanabilmelerinin önündeki çok önemli bir dizi engel kalkmış oluyor.
Ancak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) bu konudaki içtihadı Üçüncü Yargı Paketi’nden daha az önemli değildir; hatta daha önemli olmak durumundadır...
Türkiye, 2004 yılında gerçekleştirdiği anayasa değişikliğiyle temel hak ve özgürlüklerle ilgili konularda uluslararası sözleşmelere ulusal mevzuatının üstünde bir yer verdiği için, AİHM içtihatları Türkiye’deki mahkemeler açısından da bağlayıcı bir nitelik kazanmıştır.
SEÇME HAKKININ İÇİ BOŞALTILAMAZ
AİHM içtihadı çerçevesinde öncelikle referans almamız gereken metin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne ek 1952 tarihli 1’inci protokoldür. Bu protokolün 3’üncü maddesi, genel bir ifadeyle yasama organı için serbest seçim ilkesini tanımlıyor.
Mahkeme, daha sonra verdiği bir dizi kararla üçüncü maddede tanımlanan seçme ve seçilme hakkının sınırlarının nasıl anlaşılması gerektiği konusundaki tutumuna açıklık getirmiştir. Bunlardan birincisi, 1987 tarihli Mathieu-Mohin-Clerfayt/Belçika kararıdır.
AİHM, bu sınırları üç ilke üzerinden çizmiştir:
“1) Getirilebilecek sınırlama hakkın özünü boşaltmamalıdır,
2) Sınırlama meşru bir amacı gözetmelidir,
3) Sınırlama çerçevesinde başvurulan araçlar amaçla orantılı olmalı ve halkın kendi temsilcilerini serbestçe seçme hakkını engellememelidir.”
Mahkemenin bu başlıkta verdiği kararlardan ikisi Türkiye ile ilgilidir. Bunlardan birincisi, Anayasa Mahkemesi’nin 1994 yılında DEP’i kapatırken bu partiden Leyla Zana dahil 13 seçilmişin milletvekilliğini düşürmüş olmasıyla ilgilidir. AİHM, 2002 yılında Türkiye’yi bu nedenle mahkûm etmiştir. AİHM, ayrıca Fazilet Partili Nazlı Ilıcak ve Merve Kavakçı’nın milletvekilliklerinin 2001 yılında düşürülmesi üzerine Türkiye’yi 2007 yılında yine mahkûm etmiştir.
Bugünkü dosyadan farklı bir durum olsa da mahkemenin dayandığı ilkeler yine de yol göstericidir. Her iki karar incelendiğinde, AİHM’nin ihlallerin gerekçesini 1’inci ek protokol ve 1987 Mathieu-Mohin-Clerfayt/Belçika kararına dayandırdığı görülebilir. Mahkeme, bu kararlarla Türkiye’nin “milletvekillerini seçen halkın egemenlik hakkını ihlal ettiğine” hükmetmiştir.
SEÇMENDE ‘MEŞRU BEKLENTİ’ YARATILIRSA
Türkiye’deki soruna uygulanabilecek daha ilginç bir karar AİHM’den 2006 yılında Yunanistan ile ilgili bir şikâyet üzerine çıkmıştır. 2000 yılındaki seçimde Yeni Demokrasi Partisi’nden milletvekili seçilen Alexandros Lykourezos, ikinci bir iş olarak avukatlık yapmaya devam edince milletvekilliği Anayasa Mahkemesi tarafından düşürülür.
AİHM, bu karardan dolayı Yunanistan’a ihlal verirken, ilk kez “meşru beklenti ilkesi”ni de seçim hakkına ilişkin içtihadına eklemiştir. Karara göre, “Lykourezos’un seçime katılmasına izin verilmesi kendisini seçmenler nezdinde seçilebilir kılarak, onları bu yönde meşru bir beklenti içine sokmuştur”. Mahkeme, milletvekilliğinin düşürülmesini seçmenin bu hakkının ihlali olarak değerlendirmiştir.
Şimdi meşru beklenti ilkesini Türkiye’deki tutuklu milletvekillerinin durumuna uyarlayalım. Bu 8 milletvekilinden her birinin aday olabilmek yaptığı başvurular gerek Yüksek Seçim Kurulu gerek İl Seçim Kurulları tarafından onaylanmış mıdır? Onaylandıktan sonra isimleri oy pusulalarının üstüne yazılmış mıdır? Seçmenlerin bu adayların isminin bulunduğu dairenin içine mührü vurup zarfı sandığın içine atmalarına yol açılmış mıdır?
Bütün bu aşamalarda kamu otoritesini temsil eden Türkiye’deki seçim kurulları verdikleri izinlerle seçmende meşru bir beklenti yaratmıştır. AİHM, bu tür beklentilerin karşılıksız çıkmasının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin güvence altına aldığı seçme ve seçilme haklarını “yanıltıcı/aldatıcı” bir hale getirdiğine hükmediyor içtihadında.
Üstelik, TBMM Başkanlık Divanı’nın geçen şubat ayındaki kararından bu yana tutuklu milletvekillerinin maaşları üç ayda bir banka hesaplarına yatıyor bildiğiniz gibi. Alın size bir meşru beklenti daha...
Paylaş