Paylaş
Dava bitti...
Şimdi sorma sırası bizde.
Önce Savcı Bey’e:
Çete. Terör örgütü...
Hani o neredeyse Carleone ailesi...
Savcı tam 139 yıl hapis istedi.
Adalet böyle mi bir şeydir yani...
İsteyenin yüzü kara. Vermeyenin...
* * *
Bu ülkede. Önce komünistler vardı.
Önüne gelen savcı bastı iddiayı...
On yıllarca hayatlar kaydı, ocaklar söndü.
Sonra ‘irtica’ geldi.
Yine rejimin, misyonun, şu veya bu davanın veya şu kinin davacısı savcılar...
Yine hayatlar karardı, ocaklar söndü...
O da bitti. Geldiği gibi geçti ve gitti.
* * *
Şimdi iktidar değişti, kişiler değişti, e tabiatıyla misyonlar da...
Bir de kategori suçlar değişti...
Şimdi moda sevmediğiniz, gıcık olduğunuz, muhalif gördüğünüz herkesi çeteci, darbeci, şikeci ilan etmek.
İmzasız bir muhbir yeterli.
Gerisini bir word dosyası tamamlıyor.
Özel yetkili savcı zaten dünden bu misyona hazır.
Gıcık olduğun insan hakkında 139 yıl isteyeceksin ki, alsınlar içeri, bir daha salamasınlar, en az 2-3 yıl yatırsınlar. Yatınca da, hâkimler beraat ettiremesin.
Neye dayanarak...
E adam telefonda demiş ya. ‘Bilyoner’i kapatın’.
Orası neresi? İddia oynatan bir internet sitesi.
Gördün mü bak. Adam üçkâğıt yapıyor.
Varsın orası aslında Fenerbahçe’nin şampiyonluk kutlamasını yaptığı ‘Bilyoner’ adlı kulüp olsun.
Savcı Bey’den daha mı iyi bileceksin?
İşte adalet ‘tecelli etti’.
* * *
Odatv davasından 15 buçuk ay yattıktan sonra tahliye edilen, kendi deyimiyle ‘45.5 kiloluk hükümet deviricisi’ Müyesser Yıldız, geçen pazar günü Ayşe
Arman’a şunu söylüyor: “Polis savcı olmuş, savcı hâkim olmuş. Hâkimin ne iş yaptığını çözemedim.”
Çözüldü işte...
Savcının 139 yıl istediği insanlar için, ‘Niye bu kadar içerde yattı’ denmesin diye. 3-5 yıl hapis vermek...
Ee.. bu adalete bile şükür...
Ya bir de savcı gerçekten hâkim olsaydı...
* * *
Sevgili arkadaşım Ertuğrul, bu yazı sana
SEVGİLİ arkadaşım Ertuğrul.
Yani Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay...
Bu yazıyı direkt sana yazıyorum.
(Eski arkadaşlık hukukumuza dayanarak ‘Sen’ diye hitap ediyorum.)
Sevgili arkadaşım...
Dün Gökova’nın dibindeki Sedir Adası’ndaydım.
Bu adaya son defa 1971 yılında gitmiştim.
O zamanlar ıssız, bekçisi bile olmayan bir yerdi.
Dün bu adayı şaşkınlıklar içinde gezdim.
BENİ KİMSE TANIMADI RAHATÇA YAZIYORUM
Hemen gözlemimi söyleyeyim.
Tam bir ‘Cultural management’; yani, kültürel ve turistik yönetim harikası.
Kimsenin beni tanıyıp özel bir muamele yaptığını sanmıyorum.
Dolayısıyla gözlemlerim tamamen fahri bir gözlemcinin izlenimleri:
- İlk şaşırtıcı gözlem: Biz Kleopatra Plajı’na gittik. Ancak ada ‘müze’ statüsüne alınmış.
- Teknelerin yanaştığı iskele basit ama yeterli ve tertemiz.
- Giriş modern, personel güler yüzlü ve yardımcı.
- Ücret, büyükler için 10 lira, 18 yaşından küçükler, 65 yaşından büyükler ve müze kartı olanlar para ödemiyor.
10 lira biraz yüksek gibi görünse de içeride aldığınız hizmet çok iyi.
- İskeleden plaja kadar tahtadan harika bir patika yapılmış. Kendinizi bir ‘National Geographic’ atmosferinde hissederek yürüyorsunuz.
- Plajın tarihi kumsalı, bir müzenin en nadide objeleri gibi korunuyor. Bu da insana gerçekten bir tabiat müzesi olduğu duygusunu veriyor.
- Adada uygulanacak kurallar çok iyi belirlenmiş. Kum almak yasak, plajın kumlarına basmak, adada sigara içmek yasak.
Denizden çıktıktan sonra duş almak zorunlu.
- Tuvaletler, lüks bir otelinki kadar temiz.
Tebrikler sevgili arkadaşım.
Personeline de çok çok teşekkürler.
Böyle bir kültür ve turizm yönetimi ancak çok gelişmiş bir ülkede olur.
Paylaş