Paylaş
Ama geçen gün Bodrum’da hem başıma geldi, hem de aklıma.
Pazar günü Marina’dan çıkmış geleneksel turumuzu yapıyorduk. Gemibaşı, Tango ve Marina Bar üçgeninde cereyan eden bir tur. Yorgun olmadığımızda turu uzatıp uğranacak limanlar arasına Küba ve Helva’yı da koyuyoruz.
Marina’da o gece Fatih Erkoç vardı, orkestrasıyla birlikte şahane bir performans sergiliyorlardı ki “dinleyici isteği” yazılı bir kâğıt geldi.
Balayına çıkmış bir çiftin isteğiydi bu ve Erkoç bunu belirterek şarkıya başladı: Ellerim bomboş!
Gülmeye başlamadan önce sözlerini hatırlatayım: “Senden ayrılmadan önce bilmiyordum hiç / Hayatın anlamsızlığını / En güzel şeylerin bile yavan kaldığı / Aklımın ucundan geçmezdi
Sen misin bu hallerde olmama sebep / İnanmak gelmiyor içimden / Oysa ki durmaksızın süren kavgalar / Meğer aşkın cilveleriymiş
Ellerim bomboş yüreğimde bir sızı / Ateşe atılmış bir demir gibi kor hâlâ / Ellerim bomboş gözümde yaşlarla / Güneşin kavurduğu bir çöldeyim”
Şarkı kuşkusuz ki güzel bir şarkı, ama bana birbirine yeni kavuşmuş ellerden daha çok artık birbirini hiç tutamayacak iki eli hatırlatıyor.
Balayında bir çift, yarım kalmış bir aşkın arkasından yakılmış bir ağıdı, evliliklerinin ikinci gecesinde dinlemek istiyor. Acaba o anda akıllarından ne geçiyordu diye merak etmemek mümkün mü? İşin ilginci o gece orada birbiriyle sevgili, eş olanlar da bu şarkıya yürekten katıldılar, kimse de yanındakine dönüp “Kime söylüyorsun bunu” diye de sormadı. Sorsalardı fark ederdim, kavga çıkardı çünkü.
Yıllar önce Akrep Nalan’ın, o şahane sesiyle evliliklerinin 60. yılını kutlayan yaşlı bir çifte “Dönülmez akşamın ufkundayım, vakit çok geç” şarkısını “armağan ettiğini” hatırlıyorum. Masada gelinler, damatlar, çocuklar ve torunlarla eğlenen yaşlı çiftin de bu şarkıya yürekten katıldıkları hâlâ gözümün önünde.
İçimden yükselen “Ne için vakit çok geç” sorusunu sorma isteğimi bastırmak için önümdeki viskiye biraz daha eklemiştim.
İsim vermeme gerek yok, dedikodulara yol açmak istemem, bir barda eğlenirlerken tanıdığım bir erkeğin, eşine bir Sezen Aksu şarkısını bağıra çağıra söylediği an da gözümün önünde: “Artık hayatımdan çıksan diyorum!” Kadıncağızın şaşkın bakışlarında “Bu adam ne demek istiyor” sorusunu gördüğüme de eminim.
Ama en çok da düğünlerde çalınan şu şarkıya, pistte arkadaşlarıyla zıplayan gelinin canıgönülden eşlik etmesini anlayamamışımdır: “Seveceğim, gezeceğim / görürsün sana neler edeceğim / Bir yerine bin cezayla / hakkından geleceğim senin.”
Normal olarak bu tabloyu gören damadın, akıllı bir adamsa o anda yüzüğü fırlatıp orayı terk etmesi gerekir ama böyle olmuyor hiç.
Düğünlerin müzik işlerini yönetenler de uyanık tabii. Böyle şarkılar hep nikâh töreninden sonra çalınıyor. Nikâha kadar romantik şarkılarla gidiyor, damat imzayı atıp artık kaçamayacak hale getirilince davullar vuruyor, gelin piste fırlıyor: Görürsün sana neler edeceğim!
Zaten bunun için bir atasözümüz bile var: “Dur kıçıma bir yer edeyim, gör sana neler edeyim!”
Kendini ararken olmaktan korktuğun yer
UZAKDOĞU felsefesiyle ilgili bir yazı değil bu. Dalgacı tabiatıma da uymaz zaten. Konu buralara gelince bu işlere meraklı arkadaşlarımı kızdırırım: Kendini ararken bulduğun şeyden mutlu musun?
Sanıyorum Batı sinizmi bana daha uygun.
Sokrates’in öğrencilerinden Antisthenes’e göre, insanın hayattaki amacı mutlu olmaktır. Mutluluk da her türlü bağdan kurtulmuş, içsel bir özgürlükle gelir. Aranması gereken tek şey erdem, kaçınılacak tek şey de erdemsizliktir. Gerçek erdem, insanın hiçbir değere tutsak olmadan ulaşılabilen bir durumdur. Bütün tutkulardan sıyrılmak, mutluluğa ulaşmak için şarttır.
Antisthenes’in izleyicisi Diyojen, bu nedenle her şeye sırtını çevirmiş, bir köpeğin sahip olabileceği kadar şeyle yetinmeye çalışmıştı.
Ege güneşi altında dolaşmanın bende yarattığı şey de tamamen bu. Denizin üzerindeyken hiçbir şeye ihtiyacınız yok. Etraftaki insanlara ayıp olmasın diye giymeniz gereken bir mayodan başka. Antisthenes’i Kissebükü’nde “serbest bilinç akışı yöntemiyle” hatırlamamın nedeni Feridun Düzağaç’ın bir şarkısı oldu.
“Alev alev” isimli bu şahane şarkıyı youtube’da bulabilirsiniz. Şarkıda şöyle bir bölüm var:
“Alev alev yandığım doğru / Küllerinden doğar mıyım sana doğru / Kendimi arıyorken olmaktan korktuğum yerdeyim, sendeyim / Al beni ne yaparsan yap”.
Kendini ararken olmaktan korktuğu yer, aslında olmak istediği yer, “Al beni ne yaparsan yap” dediğine göre.
Antisthenes, soylular arasında “yiyelim, içelim, sevişelim” diye bütün gençliğini geçirdikten sonra, yaşlandığında ulaşmıştı kuramına. Mal mülkü reddetmiş, bir lokma bir hırka yaşamış ve “Zevk almaktansa ölmeyi tercih ederim” noktasına gelmişti.
Tıpkı şarkıdaki erkek gibi, aslında nerede olmayı istediğini biliyor ama orada olmaya da korkuyor! Bir tür çilecilik gibi!
Ama felsefeyi boşverin şarkıyı dinleyin, bu cumartesi günü kimin yanında olmayı istediğinizi bir kez daha hatırlamak için.
Fatmana ve Hasan Hüseyin
GEÇEN hafta sizlere Fatmana ve Hasan Hüseyin’in bir balıkçı kayığındaki mutluluklarından söz etmiştim. Teknenin adını yanlış yazmışım, Sevimli değil, Sevilen olacaktı.
Birçok okuyucu o yazıya neden bu harika insanların fotoğraflarını koymadığımı sordu. Genel istek üzerine dün o fotoğrafı, Hasan Hüseyin denize bıraktığı sepetleri toplamaya giderken çekebildim. İşte muhteşem üçlü: Fatmana, Hasan Hüseyin ve Sevilen 2.
Paylaş