Paylaş
Amacın, sekiz şehit cenazesi sonrasında yükselen tepkiyi yatıştırmak olduğu çok açık.
Böylece “intikam” duygularının tatmin edilebileceği varsayılıyor olmalı.
Ama sormak gerekmiyor mu: Bu yapılanlar, saldırıyı gerçekleştiren teröristleri tümüyle etkisiz hale getirecekse, neden daha önce yapılmadı? Neden terörist yuvaları daha önce bombalanmadı? Neden 4 bin askerli operasyonlar gerçekleştirilmedi?
Bunlar yapılmadı çünkü bu yöntemlerin bu işi bitirmek için etkili bir yöntem olmadığı biliniyordu. Şimdi yapılıyor, çünkü kamuoyu infial halinde ve “intikam alınıyor” diye yatıştırmak gerek.
Kürt sorununu çözecek yöntemler ile PKK’yı etkisizleştirecek yöntemler aynı değil, çünkü iki sorun aynı değil.
Birinci sorunun varlığının ülkenin çoğunluğu tarafından kabul edilmesi ikinci sorun nedeniyle oldu ama ikisini aynı yöntemlerle çözebilmek mümkün değil. Terör sorununu çözebilmek için PKK’nın etkisizleştirilmesi gerekiyor ve bu da sadece dağa taşa uçaktan bomba atarak, binlerce askerin katıldığı operasyonlarla bölgeyi tarayarak olmuyor.
“PKK silah bıraksın, Kürt sorunu daha kolay çözülür” demek de anlamsız bir söz.
PKK silahı nasıl bırakacak? Şu ya da bu nedenle dağa çıkarak örgüte katılmış, örgütün yılgın ve bıkkın kadrolarına nasıl bir teslim olma seçeneği sunuluyor ki bunlar silahlarını bırakıp, örgütten ayrılsınlar ve örgüt küçülsün, güçten düşsün?
Bu örgüt üyelerinin ailelerine yapılacak ikna ziyaretleriyle, dağlara atılacak bildirilerle gerçekleşebilecek bir durum değil.
Hükümetin planı ne? Muhalefet bu konuda ne düşünüyor? Herkes eteğindeki taşı dökmeli ki “silah bıraktıracak” etkin yöntemler belirlenip uygulamaya konabilsin.
Şunu unutmayalım: Kürt sorunu demokrasi ve insan hakları temelinde çözümlense de, terör örgütünün önemli bölümü silah bırakmaya ikna edilse ve örgüt küçülse de ayrılıkçılık da ayrılıkçı terör de tamamen bitmeyecek.
Ama o vakit bunlarla mücadele daha kolay olacak.
Yoğunlaşmamız gereken konu, PKK’yı çözecek etkili yolları bulmaktır. Bunu konuşmaya herkes hazır mı?
Savcı hakkındaki dosya kararı bekliyor
GEÇEN gün İzmir’de karakolda bir kadını döven polisler hakkında “işkence ve kötü muamele” yerine “basit adam yaralama” suçlamasıyla dava açan savcı ile ilgili olarak Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun bir işlem yapıp yapmadığını sormuştum.
Bununla ilgili olarak HSYK Genel Sekreter Yardımcısı’ndan bir açıklama aldım.
Dayak yiyen kadının başvurusu ve basında çıkan haberlerin ihbar kabul edilmesi üzerine soruşturmayı yürüten savcı için HSYK Üçüncü Dairesi 20 Aralık 2011 günü inceleme izni vermiş. HSYK müfettişlerinin yaptığı inceleme sonucunda, müfettişlerin talebi üzerine aynı daire 7 Mart 2012 tarihinde soruşturma yapılması iznini de vermiş.
Bu izin üzerine başlatılan soruşturmada hazırlanan rapor üzerine ilgili savcı için disiplin cezası uygulanıp uygulanmayacağı konusundaki dosya da şu anda HSYK İkinci Dairesi gündeminde yer alıyor, görüşülmesi için sırasını bekliyor.
HSYK yetkililerine hassasiyetleri için teşekkür eder, okuyucuların bilgisine sunarım.
Dayak yiyen vatandaşı hapse atmayın da!
İSTANBUL’da bir grup polisin bir vatandaşı öldüresiye dövmeleri, bununla da yetinmeyerek gece boyunca arabalarına alıp İstanbul’un değişik semtlerinde dövmeye devam etmeleri kamuoyunda haklı bir tepkiyle karşılandı. Beş polis açığa alındı ve haklarında soruşturma başlatıldı.
Bu olayın nasıl sonuçlanacağını göreceğiz. İşkence ve kötü muamelenin önlenebilmesi bu tür olaylarda sorumlulara “sıfır tolerans” gösterilmesiyle çözülebilir. Bunu herkes biliyor ama bir türlü “sıfır tolerans” düzeyine gelemiyoruz.
İşkencecileri önce meslektaşları, sonra amirleri, sonra savcılar en sonunda da mahkemeler koruyor. Böyle olduğu için de sorunumuzu bir türlü çözemiyoruz.
Bakın geçen gün mahkeme benzer bir olayda 4 yıl süren yargılama sonunda nasıl karar verdi: Karakoldan morarmış gözlerle çıkan şikâyetçiler beş ay hapse mahkûm edildiler, polisler beraat etti!
Karakolda tutulan tutanakta işkence gören iki genç kadının polisi tehdit edip tartakladığı belirtiliyordu.
Kadınlardan biri duvara kafa atarak kendisini yaralamış, elleri kelepçeli olan diğer kadın da kelepçeli eliyle kendisini tokatlayıp, bir sandalyeye de tekme atmış, kırılan sandalye de 25 lira değerindeymiş!
Geçenlerde gazetelerde de yayımlanan, 12 Eylül döneminde işkence sırasında hayatını kaybedenlerle ilgili olarak tutulan tutanaklara ne kadar da benziyor: Kendi kendini dövenler, ıslak zeminde yürürken düşüp başını çarpanlar, kaçmak isterken düşüp ölenler!
İstanbul’da polislerden meydan dayağı yiyen vatandaş, yargılamaların sonunda kaç yıl yer acaba?
Paylaş