Paylaş
Bana göre bu iki sorun tek bir sorunmuş gibi de ele alınabilir ama hadi devletimizin resmi görüşüne benzer biçimde konuşayım bugün ve diyelim ki bu iki sorun birbirinden ayrıdır ve ayrı ayrı çözülmeleri gerekir.
Peki eğer ayrı ayrı çözeceksek, öncelik hangisinde olmalıdır? 30 yıldır devlet diyor ki, ‘Terör bitmeden diğer sorunların çözümüne geçilemez.’
Bu cümle, uzun yılların siyasi mücadelelerinin, hatta ‘Asker elimizi kolumuzu bağlıyor’ şeklindeki yakınmaların kaynağındaki cümledir.
Aslına bakacak olursanız zaman içinde ‘Kürt sorunu’nun içinde gibi gözüken kimi sorun noktaları konusunda ufak tefek adımlar atıldı. Yani illa terörün bitmesi vs. beklenmedi.
Ama mesele şu ki, atılan hiçbir adım tam atılmadı, zamanında hiç atılmadı.
Bu yarım ve geç kalmış adımlar hep siyasetçinin yerleşik düşünceye, daha çok da askeri iktidara karşı bir zaferi gibi, geçmişin geri düşüncesinde açılmış bir büyük gedik gibi takdim edildi ama atılan adımların muhataplarına pek bir şey ifade eden şeyler değildi.
Hatırlayın, Kürtçe dil kursu meselesini bu ülke ne kadar zor çözdü. Aylarca ve yıllarca boş boş tartıştık. AB’nin zoruyla yapıyorduk ve ciddi bölünme endişeleri duyuyorduk, asker bu kurslara şiddetle karşıydı vs. Derken yapıldı, ilk kurslar da açıldı. Bu açılış büyük bir zafer gibi takdim edildi.
Oysa bu kurslar Kürtlere hiçbir şey ifade etmiyordu. Zaten bildikleri bir dili üste para verip öğrenmeyeceklerdi elbette. Bugün kursların neredeyse tamamı kapandı gitti; olan bizim enerjimize oldu.
Atılan adım yarımdı; çünkü aslında olması gereken ilköğretimden başlayarak okullarda Kürtçe dersler olması, isteyen Kürtlerin hiç değilse bir kısım derslerini bu dilde görmesiydi.
Bugün hala o noktaya gelebilmiş değiliz; hala Kürtlere Kürtçe öğretmeyi ‘Devrimci bir adım’ olarak görüyoruz.
O yüzden, başta da dediğim gibi, illa ikiye ayıracaksak, meselenin ‘Kürt sorunu’ bölümünde gerçek bir ilerleme sağladığımızı söylemekten çok uzağız.
Kürtlerin en temel insan haklarını, en temel eşitlik taleplerini inkar etmeye devam ediyoruz.
Sokakta telefonda Kürtçe konuşan birinin beşten fazla polis tarafından meydan dayağına çekilmesini ırkçılıktan başka neyle izah edeceksiniz?
Haa, tabii sorunu ikiye böldüğünüzde bir de işin ‘terör sorunu’ veya ‘PKK sorunu’ bölümü var. Onu çözmek için elimizde sadece çekiç var. Baksanıza yeniden ‘Kandil’e gidelim, oraları dümdüz edelim’ lafları tedavüle girdi.
Oysa bu iki sorunu da, bana göre tek bir sorunu, çözmemiz gerek. Bugün bile geç kalmış durumdayız, yarın daha da gecikeceğiz.
Türkler ‘çözüm’den ne anlıyor acaba?
HÜKÜMETİN açılım politikasının işlememesinin sebebi tek bir taneydi: Ortada bir politika yoktu.
Politikadan kastım şu: Bizlerin oturup ‘Bu işler bittiğinde ülkemiz şöyle bir ülke olacak’ diye oturup bir ülke tasavvuru oluşturmamız gerekiyor.
Yani yeni bir duruma geçeceğimizi önce bizim idrak etmemiz lazım.
Hem her şey eskisi gibi olmaya devam etsin hem de ortalık güllük gülistanlık olsun diye bir politika tercihi olamaz. Olsa bile bu politika gerçekçi, uygulanabilir, hayata geçirilebilir bir tercihi yansıtamaz.
O yüzden, ‘Kürt sorunu’nun çözümünden ne anladıklarını Kürtlere sormamız gerektiği kadar kendimize de sormalıyız: Peki biz ne anlıyoruz çözümden?
Hükümet, ‘açılım’ politikasını sadece bir sloganla (analar ağlamasın) değil de, kapsamlı bir gelecek tasavvuruyla birlikte açıklamış olsaydı, bugün belki de şehit cenazelerinin ardından ağıt yakmıyor olurduk.
Ülkenin genel demokratikleşme ve daha iyi yönetilme ihtiyacı ile Kürt sorunu arasında ciddi bir paralellik olduğunu görmüyorsak, bir yandan kendimiz için istediğimiz özgürlükleri ve kendimize layık gördüğümüz iyi yönetimi öteki tarafta Kürtlere fazla görüyorsak, biz böyle iki adım ileri bir adım geri metoduyla daha çok zaman ve can kaybederiz.
Maalesef gerçek bu.
Başından beri aynı şeyi söylüyorum: Aslında Kıbrıs sorununu neden bugüne kadar çözemediysek Kürt sorununu da ondan çözemiyoruz.
Kürt sorununu asker veya polis veya savcılar değil siyaset çözecek. Kürt sorununu Kürtler değil biz çözeceğiz. Bu taa 1984’te de böyleydi, bugün de böyle.
Bölgeyi gözünle görmedin bari Google Earth’e bak!
YİNE başladık, ‘Girelim Kandil’e, oraları dümdüz edelim’ laflarına. ‘Dağlıca’da yeterli hazırlığınız niye yoktu’ laflarına...
Söylemesi ayıptır, Dağlıca’ya geçmişte üç kez gitmiş biri olarak yazıyorum: Orayı görmeden ve bilmeden askeri taktik/stratejik konuları konuşmak kadar büyük bir aptallık biçimi olamaz.
Böyle ‘Hadi gidelim Kandil’e’, ‘Dağlıca kaç kere daha saldırıya uğrayacak’ benzeri konuşmalar yapanlar, hiç değilse bir kez olsun o bölgeye Google Earth’ün uydu görüntülerinden bakmış olsalar.
Belki o zaman anlayacaklar, o sınırlardan geçişleri durdurmanın hemen hemen imkansız olduğunu...
Paylaş