Kandil'deki adam, sana güvenmiyoruz

ÖNÜMÜZDE 8 çocuğun naaşı yatıyor.

Haberin Devamı

Birinin adı; Umut Bulut...

Anası babası, adını koyarken; belli ki umut bağlamışlar.

Ona, hayata, geleceğe... İyimser bakmak istemişler.

Şimdi o Umut, bulutların üzerinden bize bakıyor.

* * *
  
Ötekinin adı Yaşar Doymuş...

Anası babası, bilseydi ki, yaşamaya doyamadan kopartılacaktı bu dünyadan;

Verirler miydi hiç bu ismi çocuklarına...

Samet Bütün...

Sözlük anlamına bak, her şeyi anlatıyor:

Karşısında “Sonsuz” yazıyor; “Ebedi” kelimesinin eşanlamlısı.

Sığdı mı şimdi o koskoca sonsuzluk, o bitmez tükenmez ebediyet, kısacık bir hayata...

* * *
  
Şimdi hepsi yukarıdan bakıp bakıp, Kandil’deki o adama soruyor:

“Hani barış diyordun arkadaş...”

Dese ne olur ki;

Kime diyecek?

Nereye diyecek...

* * *
  
Onlar artık suskun.

Bense diyeceğim ki; burası Ortadoğu...

Nedir ki o iki basit kelime... Bir harita kavramı, coğrafi koordinattan ibaret bir bölge.

Yetmiyor, hiç anlatmıyor, yaşadığımız bu süfli, üçkâğıtçı, karaktersiz mahalleyi.

Öfkemi bastırmak için, daha aşağılayıcı, daha tiksindirici bir ifade bulmak istiyorum.

O telaş, o hüsranla, dilime “Orta Şark” kelimesi dolanıyor.

Doğu’ya “Şark” dediğim zaman, hiç olmazsa bir teselli buluyorum.

O da kesmiyor; sonuna da zekâyı aşağılamak için bulunmuş o en adi sıfatı ekiyorum.

“Kurnaz” sıfatını yani...

Kurnazlığı, pratik zekâ sanan bu çürümüş karakterin adı kendi kendine konuyor:

“Orta Şark kurnazlığı...”

O da kesmezse, ortak şark pespayeliği de.

Ne bileyim, üçkâğıtçılık, aşağılıklık de.

Haberin Devamı

* * *
  
Kestiği şu racona bak.

Kış gelince, ayağı topraktan kesilip, mağaraya sığınınca...

Barış diye bağıracak, kardeşlik diye haykıracak...

“Birlikte yaşamak istiyoruz” masalıyla hem Türk’ü hem Kürt’ü uyutacaksın.

Havalar ısınıp, yataktan kalkıp, pusuya yatacak..

Verecek kurşunu, basacak mayını gencecik çocuğun üzerine...

Elinde alev makinesi olsa yakacak cayır cayır.

Ve bunun adı gerilla olacak.

Ne gerillası be; kalleşliğin adı ne zamandan beri gerilla oldu.

* * *
  
Bir yandan yumruklarını göğsüne vura vura “Kürt halkının temsilcisi benim” diyeceksin.

İmralı ile Kandil birdir mavalı okuyacaksın.

“Dicle boyunda kuş uçsa benden sorulur”
diye böbürleneceksin...

Yaptığın katliam bütün vicdanları ayağa kaldırdığında da, süklüm püklüm konuşacaksın:

“Ne yapalım, mahalli hareketlere mani olamıyoruz...”

Hani o üstüne basa basa telaffuz ettiğin “Kürdistan”ın tek hâkimi sendin...

Türkiye’yi fareli köy sanan, Kandil’deki gaddar kavalcı...

Bir de verdiğin mülakat yayınlanmadı diye, bize demokrasi dersi vermeye kalkıyorsun.

Dağa çıkan her gazeteci ile bize yolladığın kaçıncı yaz ninnisi bu arkadaş...

Ne diyorsun sen şimdi?

Türkiye, Leyla Zana’nın makul sözlerine kulak verdiği için, o kulağı mı çekiyorsun?

“Ona değil bana kulak ver”
mi diyorsun.

Vere vere artık kulak kalmadı. Bizde telekulaktan başka verilecek bir kulak bırakmadın.

Haberin Devamı

* * *
  
Sabah, Kandil’e gelen gazeteciye barış mesajı; akşam, dağdaki militana vur emri.

Sonra da bana dönüp, “Dağdaki arkadaş kendi kendine hareket etmiş” palavrası.

Artık yutmuyoruz. Çünkü ne bahanen kaldı ne de bu kalleş pusuları üzerine yıkacağın derin devlet.

Artık o kalleş tetikte sadece senin parmağın var.

Anlıyoruz ki; Kürt halkının şerefini, haklarını temsil edecek başka bir muhatap aramalıyız.

Hiç olmazsa Leyla Zana gibi, bu işin meşakkatini çekmiş, ayakta kalmış;

Gerektiğinde sözünü esirgememiş, bedelini ödemiş;

Ama hiçbir zaman orta şark kurnazlığına tevessül etmemiş;

Güvenilir insanlar...

Türklerin de, Kürtlerin de konuşmak işte böyle insanlara ihtiyacı var.

Yazarın Tüm Yazıları