Paylaş
Söz konusu olan, Kafkasya’nın bir vadisinde, yalnızca orada yaşayan çok küçük bir insan kümesinin kullandığı bir dil de olabilir; Kuzey Kutbu’na yakın bir bölgede yaşayan Eskimoların kullandığı bir dil de... Ya da büyük bir nüfusa sahip bir ulusun kullandığı dil...
Her biri, insanlığın bu dünyadaki ortak mirasının ayrılmaz bir parçasıdır, hazinesidir.
Hepsinin üzerine titremek, korumak ve geliştirmek, insanlığın ortak mirasını kutsamanın ve aynı zamanda yaşadığımız dünyaya sahip çıkma sorumluluğumuzun da bir gereğidir.
Üzerinde yaşadığımız topraklar insanlık tarihi boyunca pek çok medeniyete, kavme, millete ve etnik gruba ev sahipliği yapmıştır. Bu zengin tarihi ve kültürel mirasın bir yansıması olarak bugün Türkiye Cumhuriyeti toprakları üzerinde pek çok dil yaşıyor.
Hükümetin ilköğretimin ikinci aşamasında seçmeli olarak “Yaşayan Diller ve Lehçeler” dersinin okutulması yönünde almış olduğu karar, Türkiye’nin kültürel zenginliğinin ve çeşitliliğinin yaşatılması açısından doğru ve yerinde bir adımdır.
Bu karar, kuşkusuz bir yönüyle Kürt sorununa dönük çözüm çabalarını da yakından ilgilendiriyor. Öncelikle Ak Parti hükümetinin Kürt sorununda yeniden güvenlik ağırlıklı politikalara dönüş yapıp KCK tutuklamalarıyla Kürt siyasi hareketinin nefesini kesmeye çalışırken, kültürel haklar alanında bu adımı atmış olması ilk bakışta bir çelişki olarak gözükebilir.
Hükümetin Kürt sorununda hatalı bir yörüngeye girmiş olması, ayrıca Kürt siyasi hareketinin de bu düzenlemeyi yetersiz bulup anadilde eğitim talep etmesi, yine de atılan adımın değerini ortadan kaldırmıyor.
BOŞNAKÇA VE LAZCA DA SEÇMELİ
Türkiye Kürt sorununun varlığını yok sayma noktasından Kürt realitesini kabul etme, ardından Kürtçe TV kanalı açma ve nihayet bugün de Kürtçeyi okullarda seçmeli ders olarak okutma noktasına kadar gelmiştir.
Alınan karar çerçevesinde Kürtçe dışındaki dillerin de seçmeli ders olarak okutulacak olması daha az önemli değildir.
Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, yaptığı bir açıklamada bu diller arasında Kürtçenin iki ana kolunu oluşturan Kırmançi ve Zazacayı, ayrıca Çerkezlerin bir bölümünün kullandığı Abhazcayı ve bunlara ek olarak Boşnakça ve Lazcayı da saymıştır. Bu gruba yine Çerkezlerin kullandığı Abige dili ve Arnavutça da eklenebilir.
Dinçer’in açıklamasına göre, orta okul, yani 5’inci sınıftan itibaren, 10-12 öğrencinin talebi halinde bakanlık bu dillerde de ders açacaktır. Dinçer “Hiçbir önyargımız yok” diyerek, bu taleplerin karşılanacağı konusunda kuvvetli bir taahhütte bulunmuştur. Ancak geçiş döneminin kolay olmayacağını, özellikle birinci yıl sıkıntılar yaşanacağını Bakan da kabul ediyor.
YA 10 DEĞİL DE 6 ÖĞRENCİ İSTERSE
Bunun temel nedeni, yeni öğretim döneminin başlamasına 2.5 ay kalmışken alınan bu kararın çok kapsamlı bir planlama ve altyapı hazırlığı gerektiriyor olmasıdır. Ruşen Çakır’ın Vatan gazetesindeki köşesinde Lazca, Çerkezce ve Kürtçe alanında uzman isimlerle yaptığı mülakatlar, uygulamada karşımıza çıkması muhtemel meseleler ve bunların çözüm yollarına dönük çarpıcı değerlendirmeler içeriyordu.
En büyük sıkıntı öğretmen bulunmasında yaşanacaktır. En azından ilk aşamada talebi karşılayabilecek sayıda yeterli öğretmen olmayacağı aşikar. Ayrıca, bu dilleri öğretecek öğretmenlerin pedagojik formasyona sahip olup olmadıkları da ayrı bir tartışma konusu.
Her halükarda üniversitelerde bu derslerin yarattığı öğretmen ihtiyacına yanıt vermek üzere çok ciddi bir planlama yapılması kaçınılmaz gözüküyor.
Muhtemel bir başka sorun talebe getirilen sayı sınırlamasıyla ilgilidir. Örneğin bir okulda Boşnakça dersi talep eden öğrenci sayısı 10 değil 6’da sınırlı kalırsa o talebe “Hayır” mı denecektir? Bu tür sınırlamalar pekala haksızlık algısı yaratabilir.
İlk dönemde çok ciddi sorunların, hatta kargaşanın yaşanması kaçınılmaz gözüküyor. Ancak ne olursa olsun, kendi vatandaşlarının kültürel kimliklerine değer veren, bu kimliklerini geliştirmelerini teşvik eden bir Türkiye, demokrasisini güçlendirmiş, daha zengin, özgüveni daha yüksek bir ülke olacaktır.
Paylaş