Paylaş
Bugün ÖYM’lerdeki bazı yargı pratiklerine, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde (AİHM) yol açmakta oldukları sonuçlar açısından eğilmek istiyorum. Burada özellikle büyük davalar bağlamında önemi azımsanmaması gereken gelişmeler var ve bu gelişmeler TBMM’de görüşülmekte olan üçüncü ve sırada bekleyen
dördüncü yargı paketleri ile de yakından ilişkili.
Türkiye’de devam etmekte olan Ergenekon ve Balyoz gibi büyük davalar bir süredir AİHM’nin de gündemini meşgul ediyor. Çünkü pek çok sanık maruz kaldığı tutuklama işlemi ya da yargılamanın uzun sürmesi gibi konularda haksızlığa uğradığı gerekçesiyle AİHM’ye şikâyette bulundu; bulunmaya devam ediyor.
Tam sayısı bilinmemekle birlikte, bu davalarla bağlantılı olarak Strasbourg’a düzinelerce şikâyet dilekçesi gönderildiğini söylemek hata olmaz. AİHM de geride bıraktığımız 5-6 ay içinde birbiri ardına aldığı ara kararlarla bu konuda bir içtihat şekillendirmeye başladı.
Şimdi AİHM’nin bu içtihadına göz atalım.
TUTUKLAMALARDA BİR SORUN YOK
Mahkeme, bugüne dek tutuklama işleminin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “Özgürlük Hakkı” başlığı altındaki 5’inci maddesinin “Tutuklama geçerli ve makul şüphe nedenlerine dayanmalıdır” diyen 1’inci fıkrasının ihlali olduğu yolundaki bütün başvuruları reddetti.
Bu çerçevede AİHM’nin, Ergenekon sanıklarından Tuncay Özkan, Levent Bektaş, Levent Göktaş ve Balyoz davasından Çetin Doğan kararlarını örnek
gösterebiliriz.
AİHM, bu başvuruların hepsinde Türk hükümetinin verdiği izahata dayanarak, tutuklamalarda “makul şüphe nedeni bulunduğuna” hükmetmiştir.
Bu ara karar, mahkemenin tutuklamaya yol açan delillerin içeriğiyle mutabık olduğu anlamına gelmiyor. AİHM, içeriğe ilişkin görüşünü ancak davalar sonuçlanıp bir mahkûmiyet kararı verilmesi ve ardından dosyanın önüne getirilmesi halinde belirleyebilir. Ara karar, yalnızca mahkemenin tutuklamayı keyfi görmediğini, makul şüphe nedenlerinin bulunduğu kanaatini taşıdığını anlatıyor.
Özkan, Göktaş ve Doğan, ayrıca Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı”na ilişkin 6’ncı maddesinin 1’inci fıkrasından da şikâyette bulunmuştur. Bazı başvurularda, bu madde altında yargılamanın “makul süreyi aştığı”, bazılarında ise “bağımsız bir mahkeme tarafından hakkaniyete uygun yapılmadığı” hususları şikâyet edilmiştir.
AİHM, 6/1’den yapılan başvuruların da tümünü reddetmiştir. Mahkeme, özellikle yargılamanın uzamasının “davanın koşulları ve sanık sayısından kaynaklanabileceğini”, ayrıca “süren bir davada genel bir anlamda bir inceleme yapamayacağını” belirtiyor. Gerçekten de 5/1 ve 6/1’den ihlal vermesi mahkemenin bir anlamda ulusal mahkemede görülmekte olan bir davada araya girmesi olurdu. Sonuçta AİHM, Ergenekon ve Balyoz gibi davaların gidişatını sarsacak, tersyüz edecek bir karar almaktan kaçınmıştır.
UZUN TUTUKLULUK SORUNLU AMA...
Evet AİHM “Tutuklamaya, yargılanmanın adil olup olmadığına bir şey diyemem” diyor ama konu tutukluluk süresinin uzunluğuna geldiğinde işler değişiyor.
Özellikle Özkan, Göktaş ve Bektaş kararlarını incelediğimizde AİHM’nin Sözleşme’nin 5’inci maddesinin 3 ve 4’üncü fıkralarından yapılan başvurular için “kabul edilebilirlik” kararı verdiğini görüyoruz.
Sözleşme’nin 5’inci maddesinin 3’üncü fıkrası tutukluluk halinin süresini ve teminatla salıverilme hakkını (adli kontrol), 4’üncü fıkra ise tutuklunun durumuna itiraz edebilme hakkını düzenliyor.
Bu üç sanık da, hem tutukluk süresinin uzun olduğunu, hem de özel yetkili mahkemelerin tutukluluklarına yaptıkları itirazları ele alış şeklinin etkili itirazda bulunabilmeleri imkânını ortadan kaldırdığını belirtmiştir.
AİHM, 5/3 ve 5/4’ten yapılan bu şikâyetlerin tümünü “kabul edilebilir” bulmuş, bir başka deyişle davayı açmıştır. Kararın Türkçe meali şudur: “Tutuklamanızda şimdilik bir sorun görmüyorum ama bu kadar uzun süre içeride tutulmanızı ve buna itiraz ederken karşılaştığınız sorunları incelemem gerekiyor.”
Mahkemenin bu yönelişinin istisnası Çetin Doğan kararıdır. Mahkeme Doğan’ın 5/3’e ilişkin şikâyetinde “ret” kararı vermiştir. Bunda geçen nisanda kararını verirken Doğan’ın tutukluluk süresinin 1 yıl 4 ay olmasının da rol oynadığı anlaşılıyor. Diğer üç sanığın tutuklu kaldıkları süreler 3 ile 4 yıl arasında değişiyor.
Ancak AİHM, Çetin Doğan’ın 5/4’ten (etkili itiraz) yaptığı şikâyeti reddetmemiş, bu aşamada şikâyeti Türk hükümetine sormaya karar vermiştir.
ÖZEL KONUŞMALARI İDDİANAMELERE KOYARSANIZ...
AİHM’nin ilginç bir yönelişi daha var. Bu da mahkeme izniyle yapılan dinleme kayıtlarının özel hayata ilişkin bölümlerinin ayıklanmadan iddianamelere konulması sorununu ilgilendiriyor. Ergenekon sanıklarından emekli Deniz Binbaşı Levent Bektaş, yaptığı başvuruda “özel hayatına ilişkin dinleme kayıtlarının içeriğinin hakkında açılan davayla ilgisi bulunmadığı halde kamuya teşhir edildiğini, bu durumun Sözleşme’nin 8’inci maddesine aykırı olduğunu” belirtmiştir.
Sözleşme’nin “Özel Hayatın Korunması” başlığı altındaki 8’inci maddesi, “Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve haberleşmesine saygı gösterilmesi hakkına sahiptir” diye başlıyor.
AİHM, Bektaş’ın bu şikâyetinde 8’inci maddeden “kabul edilebilirlik” kararı verdi, yani davayı açtı, Türk hükümetinden açıklama istedi.
Bu karar büyük önem taşıyor. AİHM yapacağı inceleme sonucunda “ihlal” kararı verirse, yani Bektaş’ın özel hayatının deşifre edilmesinin Sözleşme’ye aykırı bir fiil olduğuna kanaat getirirse, bunun bir dizi ciddi sonucu olacaktır. Bunun nedeni, özel yetkili savcıların, yalnızca Ergenekon değil pek çok davada dinleme kayıtlarını ayıklama yapmadan iddianamelere koymayı alışkanlık haline getirmiş olmasıdır.
Hükümetin bu yönde yapılan bütün uyarılara kayıtsız kalıp yasal düzenleme yapmaması, uygulamayı kronik hale getirmiştir. AİHM’nin Bektaş davasında vereceği bir ihlal kararı önümüzdeki yıllarda Türkiye’nin açılacak yüzlerce benzer davada mahkûm olmasının da kapısını aralayacaktır. Hükümet “Suça işaret etmeyen dinleme kayıtları dosyaya konmaz” şeklinde tek cümlelik bir yasa geçirmiş olsaydı, işler bu noktaya gelmeyecekti.
YA İHLAL VERİRSE SİLİVRİ’DE NE OLUR?
Sonuçta, önümüzü görebilmek için AİHM’nin Söz-leşme’nin 5/3, 5/4 ve 8’inci maddelerinden açtığı davalarda vereceği kararları beklememiz gerekiyor.
Mahkemenin bugüne dek Türkiye ile ilgili yerleşik içtihadı özellikle 5/3 ve 5/4’le ilgili şikâyetlerde standart “ihlal vermek” yönündedir. AİHM 8’inci maddede “ihlal” verirse, bu bir ilk olacaktır.
Mahkeme 5/3 ve 5/4’te içtihadını değiştirmediği takdirde çıkacak ihlal kararlarının, özellikle Silivri’deki tutuklular ve bu davalar açısından Türkiye’de ne gibi sonuçlara yol açacağını okurlarımızın gerçekçi tahminlerine bırakıyoruz.
Hükümetin AİHM içtihatlarına uygunluk sağlamak için geçirmeye çalıştığı yargı paketlerine isterseniz bir de bu açıdan bakabilirsiniz. Hükümet Strasbourg’dan kaynaklanabilecek muhtemel gelişmeler öncesinde önlem almaya çalışıyor olmasın.
Paylaş