Paylaş
ERG’nin Türkiye’de ilk ve ortaöğrenimin nerede durduğunu göstermesi bakımından gerçekçi bir “çekap raporu” işlevi gören bu objektif dosyalarını önemsiyorum ve her yıl bu köşede kısaca da olsa değerlendirmeye çalışıyorum.
Bu yılki rapor 4+4+4 yasasının çıkmasının yarattığı ve ayrıca yaratması muhtemel sonuçlara da değindiği için eğitimle ilgili tartışmalara önemli katkı sağlayacak bir nitelik taşıyor.
MEB BÜTÇESİ İKİ KATINA ÇIKMALI
ERG raporu, bir eleştiri ile başlıyor. Bu, “Türkiye’nin bütüncül bir eğitim stratejisinin eksikliğidir”. Bu eksikliğin yaratabileceği sorunlar, TBMM’den “çok kısa bir sürede” geçen 4+4+4 yasası ile “daha da belirgin hale gelmiştir”. Yasa bu boşluğu doldurmamış, aksine sorunları belirginleştirmiştir.
İkinci eleştiri, yasanın şekillenmesindeki süreçlerin “güvenilir bilimsel temellere ve yeterli hazırlığa dayandırılmamasıdır”. ERG’ye göre, “Bu plansız dönüşüm süreci, bir yandan geçmiş adımların kazanımlarını riske sokarken, öte yandan Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) açısından kayda değer yönetsel ve mali bir yük yaratarak geleceğe ilişkin önemli soru işaretleri doğurdu”.
Rapor, bu noktada yeni yasanın kamuoyunda üzerinde yeterince durulmayan bir yönüyle ilgili tehlike çanları çalıyor. Bu, “Yasa ile kurgulanan sistemin maliyetinin nitelik artışını da içerecek şekilde bakanlık bütçesinin tamamına ya da daha fazlasına denk geleceğinin hesaplanmasıdır”.
EĞİTİMİN KALİTESİ DAHA DA ZAYIFLAYABİLİR
Peki, böyle bir kaynak var mı? ERG raporu tam tersine reformun maliyetinin nasıl karşılanacağının belirsiz olduğunu vurguluyor. Bunun nedeni, önümüzdeki yıllarda eğitim harcamalarının azalacak olmasıdır. Raporda “Dolayısıyla, zaten düşük olan eğitimin niteliği, nicelik artışı hedefi veya diğer öncelikler karşısında daha da zayıflama riskiyle karşı karşıya kalıyor” deniliyor.
Buradaki riski anlayabilmek için raporda verilen rakamlara göz atmamız gerekiyor. Son dönemde eğitim harcamalarında en önemli sıçrama 2009 yılında meydana geldi ve merkezi yönetimin eğitim harcamalarının gayrisafi yurtiçi hasıla (GSYH) içindeki oranı yüzde 3.2 den yüzde 3.8’e çıktı. Ancak bu oran 2010 ve 2011’de aynı kaldı.
İçinde bulunduğumuz 2012 yılının bütçesindeki başlangıç ödeneğinde bu oran yüzde 3.7’ye düşüyor, 2013 ödenek teklifinde yine yüzde 3.7’de kalıyor. 2014 yılı ödenek teklifinde ise yüzde 3.6’ya iniyor. Oysa OECD ülkelerinde bu oran genel norm olarak yüzde 5 düzeyinde öngörülüyor.
Sonuçta, söz konusu bütçe projeksiyonlarının eğitimin kalitesini aşağı çekmesi olasılığı ERG’yi ciddi derecede kaygılandırıyor.
OKULÖNCESİ EĞİTİME ERİŞİMDE DURAKLAMA
ERG raporunda düşündürücü bulduğum bir başka gösterge, 2011’de çocukların okulöncesi eğitime erişimlerinde yaygınlaşmanın yavaş seyretmesi ve 60-72 ay kategorisindeki okullaşma oranlarında düşüş yaşanmasıdır. Örneğin, pilot seçilen 57 ilin 52’sinde düşüş gözlenmiş 2012’de.
Bir bu kadar düşündürücü olan, okulöncesi eğitime katılımda iller arası eşitsizliklerin aynen sürmesidir. Mersin, Kütahya ve Hatay’da bu oran sırasıyla yüzde 97.8, 97.7 ve 96.4 iken, Şırnak, Ağrı ve Hakkâri’de sırasıyla yüzde 43.9, 34.1 ve 30.6’ya kadar gerileyebiliyor. Türkiye çapındaki bütün eşitsizlikleri kendi içinde barındıran İstanbul’un oranı da hiç parlak değil: Yüzde 44.6.
Bu oranlar, aslında AK Parti döneminin elle tutulur en önemli başarılarından biri olan okulöncesi eğitime erişimdeki büyük sıçramanın bir duraklama dönemine girdiğini gösteriyor.
Bu noktada çok önemli bir eleştiri daha var raporda. O da 4+4+4 geçirilirken okulöncesi eğitimin zorunlu eğitimin dışında bırakılmış olmasıdır. Okulöncesi eğitime erişimde önemli bir engel olan yoksulluk faktörünü aşmak açısından “bir fırsatın kaçırıldığını” belirtiyor rapor.
ERG, sonuçta okulöncesi eğitimi yaygınlaştırma çabalarının “acilen gözden geçirilmesi” çağrısında bulunuyor.
Yarın raporu değerlendirmeye devam edeceğiz.
Paylaş