Paylaş
Son 31 yılda bu ülkede çocuk olduysanız, ihtimal o ki Pınar’ın resim yarışmasına katılmışsınızdır.
Bu yıl 2 milyona yakın çocuk katıldı.
Bu kez ben de jürilik yaptım.
İlginçti. Neden derseniz...
Birincisi...
Epey vakittir çocuklarla teşriki mesaide bulunmadığımdan olsa gerek, çocuk resminin nasıl bir şey olduğunu unutmuşum.
Aralarından seçmeniz için yüzlerce çocuk resmi dev bir salona dizilince anlıyorsunuz.
Ömür boyu uğraşsanız, çocukluğunuzdaki gibi boyayamıyorsunuz.
Deneyin, göreceksiniz.
İkincisi...
Ülkenin farklı bölgelerinden gelen çocuk resimlerinden o çocukların dünyası, yaşantıları ve gelecekten beklentileri okunabiliyor.
Benim gördüğüm kadarıyla birçoğunun hayalini Türkler’in uzaya gitmesi süslüyor. Bunun imkansızlığını idrak edene dek büyüyünce astronot olma hayaliyle yaşayan standart her çocuk gibi.
Doğu’dan ama “merkez”den gelen resimlerde daha çok şehirleşme, inşaat görüntüleri öne çıkıyor. Daha kırsalda kalanların resimlerinde bombalar, patlamalar...
Bir tanesi özellikle aklımda kaldı.
Üniformalı bir polis, dört-beş çocuğun üzerine dev bir şemsiye tutuyor. Şemsiye, çocukları havadan yağan içki şişeleri ve sigara paketlerinden koruyor.
Diğer bir resimde ise yan yana dizilmiş onlarca pencereden oluşan 8-10 katlı bir hastane... Her pencereden bir oda görünüyor. Her odada başka bir hasta, başka bir hikâye...
Bir de klasik deniz-güneş, yıldızlar var. Hepsini topladığınızda Türkiye’nin genel çocuk manzarası oluşuyor.
Pınar iki yıl evvel, yarışmaya katılan resimlerden yola çıkarak sosyolojik bir araştırma yaptırdı.
Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ercan Tatlıdil ve ekibinin yaptığı araştırma sonucu, 5–7 yaş arasındaki çocukların temel ilgi alanlarının “doğa ve insan” olduğu görüldü.
Toplumsal cinsiyet ayrımlaşmasının ve bu ayrımlaşmaya bağlı olarak ilgi alanlarının henüz çok küçük yaşlardan itibaren sosyal yaşam içerisinde empoze edildiği çok netti.
Erkek çocuklar bilişim, bilgisayar, teknolojik araçlar ve uzay gibi daha karmaşık yapıları resmederken, kızlar kutlama, eğlence ve rekreasyonu barındıran yaratıcılıklarını sergiliyordu.
Doğu ve Güneydoğu’dan gelen resimler içerisinde, köy meydanında toplanan ve birbirleriyle etkileşime giren insanları işleyen resimler çoktu.
Karadeniz’in küçük yerleşim birimlerinden gelen resimlerde deniz ve insan ilişkisi, balıkçılık bağlamında ön plana çıkıyordu.
Denizi olmayan bölgelerden gelen deniz temalı resimlerde insan figürünün olmadığı, sadece denizin, güneşin ve kumun resmedildiği görüldü.
Ege, Akdeniz ve Marmara’dan gelen resimlerde ise deniz kenarında oynayan çocuklar, balıklarla yüzen insanlar vardı.
Kutlama, eğlence, birlikte olmaktan duyulan mutluluk ve coşku gibi duyguları resim kağıdı üzerine yansıtan resimler, en çok Ege ve Karadeniz’den geliyordu. Bunda, Ege ve Karadeniz’de yaşayan bölge topluluklarına ilişkin kültür ve sosyal atmosfer etkiliydi.
Büyük kentten gelen bir resimde yüksek binaların, otomobillerin, trafiğin bulunmasına karşın tek bir ağaç ve çiçek figürüne yer verilmemesi; kentlerin doğadan, doğal yaşamdan koptuklarını ortaya koydu. Kent bir yaşam alanı olarak değil, çalışma alanı olarak görülüyordu.
En acıklısı bu galiba. Kentler sadece biz yetişkinler için çekilmez hâl almadı, çocuklar da nicedir kentleri yaşanacak yer olarak görmüyor.
Paylaş