Paylaş
AİHM içtihatlarında belirtildiği gibi, bu konuda “hak” tek taraflı değildir, iki hak çatışmaktadır: Biri kadının bedeni üzerindeki hakkı, buna bağlı olarak istediği zaman çocuk yapma hakkı... Öbürü ceninin, bebeğin dünyaya gelme hakkı.
Keskin “taraftarlar” bu haklardan birini görüp öbürüne gözlerini kapatıyorlar.
Muhafazakârlar genelde “ceninin hayata gelme hakkı”nı savunur. Bunun temelinde “Allah’ın verdiği canı kul alamaz” inancı vardır. Diyanet İşleri Başkanı Prof. Mehmet Görmez de “bu savunmasız varlığın tıpkı doğmuş yetişmiş bir insan gibi yaşama hakkına sahip olduğunu” söyledi.
Katolisizm ve İslam
Katolik itikadında gebelikten korunma bile iyi görülmez. İslam’da ise gebelikten korunma caizdir. Diyanet İşleri Başkanı da “gebeliği önleyici tedbirlerin alınması caizdir” diyor.
Kürtaja gelince, Katolisizm, anne sağlığı gerektirse bile kürtajı haram sayıyor. İslam’da ise, kitaplardan öğreniyoruz ki, tarihte özellikle Hanefi fıkhında “cenine ruh üfleninceye kadar” yani cenin “canlı” haline gelinceye kadar, ilk kırk gün veya ilk yüz yirmi gün gibi sürelerde çocuk düşürülmesini caiz gören din bilginleri olmuştu.
Fakat zamanımızda “hamilelik gerçekleştiği anda” ceninin canlı haline geldiği şeklindeki bir tıbbi görüşten hareketle kürtajın günah olduğu kanaati din bilginleri arasında yaygındır. Diyanet de Hayrettin Karaman gibi bilginler de bu görüşte. Anne sağlığının gerektirmesi halinde ise kürtaj dinen caiz görülüyor.
‘İstisnaları konuşmak zordur’
Anne sağlığı dışında bir sağlık faktörü daha yok mu? Ceninin zihnen veya bedenen ciddi surette engelli olması önemli değil mi? Bu durum, gebeliğin kaçıncı ayında tespit edilebilir? Dayanılır bir acı mıdır bu, hem aile hem çocuk için?!
Tıbbın dışında, insani ve toplumsal açıdan, tecavüz durumlarında ailelere ceninin aldırılması imkânını vermek yaşanacak birçok soruna çözüm olamaz mı?! Töre cinayetleri işlenen çevrelerde bu kadına ve dünyaya gelecek bebeğe hangi gözle bakılır?! Nasıl bir hayata maruz kalırlar?!
Sayın Prof. Görmez de “istisnai konularda konuşmak tarih boyunca zor olmuştur” diyerek, bu gibi olağandışı durumlarda kürtajı dini bakımdan reddetmenin de caiz saymanın da “zor” olduğuna dikkat çekmiş, hatta “özel durumlar için özel hükümler” olması gerektiğini belirtmiştir. Bunu çok önemsiyorum.
CNN Türk’teki programımızda Sağlık Bakanı Akdağ da bu istisnai durumlar hakkında ihtiyatlı konuşmuş, tartışılmasını istemişti.
Ayrıntılar önemli
Dinen hiçbir şey diyemem; din ve hukuk iki ayrı disiplindir. Hukuken Prof. Görmez’in dediği gibi “beden kadının mülkiyeti değildir”. AİHM de kürtaja sadece “kadın hakları” açısından değil, aynı zamanda “ceninin hayat hakkı” açısından bakılması gerektiğini söylüyor.
Ben “ceninin hayata gelme hakkı”na öncelik veriyorum. Fakat annenin sağlığı nasıl kürtaj için meşru bir sebep sayılıyorsa, doğacak bebeğin zihin ve beden bakımından ciddi surette engelli olması gibi... Veya tecavüz ya da herhangi bir sebeple istenmeyen bebeği düşürmek için sakıncalı ilkel metotlara başvurulması ihtimalinin kuvvetli olması gibi “istisnai durumlar”da ailenin kürtaj hakkının olması, başka faciaları önleyebilir.
Şu veya bu yönde kestirip atmak yanlıştır, ayrıntılar iyi gözetilmelidir.
Paylaş