Paylaş
O kalabalık içinde genç bir öğretim üyesi de var. Adı Amr Şalakani...
Kahire Üniversitesi’nde ders veriyor. Kahire Amerikan Üniversitesi’nde hukuk bölüm başkanı.
İyi bir aydın... İçi umutla dolu. Ülkesinde tarihi bir ana hem tanıklık ediyor, hem de aktörü...
CUMAYI KILIP EYLEME GİDİYORUZ
O gün Radikal gazetesine büyük bir heyecanla şunu yazıyor:
“Cumayı kılıp eyleme gidiyoruz...”
Ben de ertesi gün bu yazıdan hareketle Hürriyet’te “Camiden demokrasiye giden yolun son durağı belli değil...” deyip şunu soruyorum:
“Siyasi İslam’ınki, ‘ihtiras tramvayı mı’ yoksa, ‘demokrasi treni mi’ göreceğiz.”
Aradan 15 ay geçiyor. Köprülerin altından sular akıyor.
BOYNUMDAKİ ÇAKMA ALEXANDER MCQUEEN
İlk izlenim...
Güler yüzlü, insana daha ilk anda güven veren, sempatik bir insan.
İlk temasta farklı bir şeye takılıyoruz.
O benim boynumdaki eşarba...
Bense onun ceketine...
Boyundaki eşarp dünyanın her yerinde insana, “başkaldırıyı” hatırlatır.
Amr, eşarbımı çok beğeniyor.
Üzerindeki kurukafa desenlerini gösterip, “Çakma Alexander McQueen” diyorum.
Onun üzerinde siyah bir ceket var. Yakasının kenarları dikişsiz bırakılmış.
İçindeki beyaz gömlekle ona, modayı iyi takip eden Batılı bir aydın havası veriyor.
Zaten de öyle...
Sohbetimize gelince...
İki saate yakın konuştuk.
Koray Çalışkan bir bölümünü dünkü Radikal’de güzel özetlemiş.
Direkt benim sorumla başlıyoruz.
“Camiden başlayan yürüyüş şu an nerede?”
Cami konusunda eski fikirlerini tekrarlıyor.
Mısır toplumunda caminin yerinin, Türkiye’dekinden farklı olduğunu söylüyor.
Yani o gün cuma namazından çıkarak yürümeye başlamalarının, şu anki düşünceleriyle bir ilgisinin bulunmadığını söylüyor.
Şu analizi ilgi çekici:
- “Demokrasi ile liberalizmi karıştırmayalım. Camiden her şey çıkar. Demokrasi de çıkar, faşizm de. Sonuçta cami insanların gidip oturduğu, konuştuğu bir yer. Siyasi İslam’dan bahsediyorsak ondan da demokrasi çıkar ama liberalizm çıkmaz. En azından Mısır’ın şimdiki İslamcıları Müslüman Kardeşler ve Selefilerden çıkmaz.”
Öyleyse gelelim asıl soruya: Cuma namazından başlayan hareketin geldiği yerden mutlu mu?
1- EN YAKININDAKİLER BİLE MÜBAREK’İN ADAMINA OY VERMİŞ
BENCE hiç değil. Bir yıl önce Tahrir Meydanı’ndaki heyecanı, kendini açıkça ortaya koyan bir düş kırıklığına dönüşmüş. Ancak bu düş kırıklığı iki yönlü.
Birincisi, Müslüman Kardeşler’in politikası...
Selefileri, onlardan daha güvenilir buluyor.
İkincisi ise, başkanlık seçiminde Mübarek’le çalışan Şefik’in ilk turda en çok oyu alan ikinci aday olması. En yakınındaki bazı büyükleri bile Şefik’e oy vermiş. “Bu nasıl olur” diye soruyor.
Ben o günlerde de yaptığım şu yorumu yapmak için şunu soruyorum:
- “Mısır’ın nüfusu kaç.”
“75 milyon.”
- “O gün Tahrir Meydanı’nda kaç kişi vardı? 600 bin mi? 1 milyon mu? Peki geriye kalan 74 milyon aynı mı düşünüyordu?”
“Seçimde öyle düşünmediğini gördük.”
Şimdi yazacağım şey, tamamen hissiyat. Bana biraz korkarak konuştuğu hissini veriyor. Ama, Müslüman Kardeşler’den değil. Kendi geçmişinden korkuyormuş gibi geliyor. O günlerde fazla angaje olmanın getirdiği bir yük gibi görünüyor. Aynı şeyi, son zamanlarda bazı Türk aydınlarında da görüyorum. Dikkat ediyorum, en eleştirdiği konularda bile, İslami kesim açısından “hafifletici” nedenler arıyor. Mesela, onun açısından “Şeriat, o kadar korkulacak bir şey değil. Dini temelli kuralların tamamı insani yorumlarla ehlileştirilir.”
2- SANKİ HEPİMİZ UMUTLA BİR KERENSKİ ARIYORUZ
ÖZELLİKLE İslami toplumlarda, İslami hareketlerin yerini değerlendirirken, sanki hepimiz, demokrasiye giden bu yolda umut verici bir Kerenski bulmaya çalışıyoruz.
Oysa tarihte, geçiş dönemlerini başarıyla yapıp, toplumu demokrasiye götüren bir Kerenski örneğini pek göremedik.
O duyguyla soruyorum:
- “İleriye fazlasıyla umutla baktığınız için, gözünüz hep büyük fotoğrafta olduğu için, bugünün yanlışlıklarını fazlasıyla kabul eder bir psikolojiye girmediniz mi?”
- “Demokrasi, evrensel bir yönetim biçimidir. Oysa hepimiz kendi ülkelerimizde, ‘bon pour l’orient’ yani, ‘ülkemizin gerçeklerine uygun’ bir demokrasi tarifi yapmaya başlamadık mı?”
Biliyorum, “devrimin tam ortasında”, yani dere geçilirken, sırtta bir yıl önce yüklenilmiş ağır bir angajman paketi varken bu soruya gerçekçi bir cevap vermek zor.
Gerçekçi cevapların verilmeye başlandığı zaman ise iş işten geçmiş, atı alan dereyi geçmiş olabiliyor.
Amr Şalakani’nin bu aşamada söylediği şu oluyor:
“Bu tür savruluşlar yaşayabilirler. Ancak demokrasi içinde tartıştıkları sürece demokratlaşacaklardır.”
Ne yazık ki, geçmiş bu konuda bize iyimser örnekler vermiyor.
Amr’a, “Şimdilik şansınız, seçim sonuçlarının bu kadar parçalı çıkması. Çünkü, şu aşamada kimse, şahsi iradesini tek başına empoze edecek güce sahip değil” diyorum.
O da çok önemli bir değişimden söz ediyor:
“İslam artık kimsenin tekelinde değil. Şu an daha İslami bir ülkeden değil, daha fazla ve farklı İslam yorumunun siyasileştiği bir ülkeden bahsediyoruz.”
Bu arada ilginç bir de örnek veriyor.
Sol koalisyon adayı Sabbahi, İslami bir dil kullanarak, insan hakları ve sosyal demokrasi temelli bir kampanya yürütmüş.
Sonuçta Müslüman Kardeşler’in oy deposu sayılan İskenderiye’de bile olağanüstü bir başarı kazanmış ve sandıktan üçüncü aday olarak çıkmış.
Bilmediğim çok ilginç bir şeyi daha öğreniyorum.
Mısır içinde gizli ve açık müritleri olan güçlü bir Sufi akım da varmış.
Bu da İslam’ı, toleranslı bir alana çekiyormuş.
Bunların hepsi güzel.
Fakat sonuçta, gelip gelip, “İslam’ın insafına ve değişimine” bel bağlamış demokrasi arayışındayız.
Paylaş