Paylaş
Türkiye, Marsilya’da gerçekleştirilen Dünya Su Forumu’nda bu yıl içerisinde su yasasını çıkaracağının sözünü verdi. Bunun üzerine TEMA Vakfı, bir su kanunu tasarısı hazırladı.
Mevcutta, su ile doğrudan ilgili 37, dolaylı 21 tane olmak üzere toplam 57 mevzuat var.
Su, çok sayıda parametreyi içinde barındıran son derece karmaşık bir yapı olduğu için TEMA bunları bir bütün haline getirip tek yasayla işin yönetiminin yapılmasını hedefliyor.
Denizler, mineralli sular ve jeotermal kaynaklar dışında tüm yeraltı, yerüstü suları ve barajları kapsayan tasarının genel amacı dört temel doğrultuda ilerliyor:
1- Toplumun suya erişiminin sağlanması
2- Ekosistemin su hakkının gerçekleştirilmesi
3- Gelişen ekonominin gerek duyduğu ihtiyaçların karşılanması
4- Ulusal güvenlik gereklerinin karşılanması için su potansiyelinin korunması, geliştirilmesi ve doğru değerlendirilmesi
Tasarı, “Yeterli, kaliteli ve sağlıklı suya erişmek, temel bir insan hakkı olmalıdır” diyor.
Su, “su varlığı” olarak tanımlanıyor ve kaynağından kullanımına kadar her süreçte mutlaka korunması gerektiğine vurgu yapılıyor.
Bu tasarıya göre su bir ticari meta, tüketim malı değil, korunması gereken bir varlık: “Bu nedenle su özel mülkiyete konu olmaz, satılamaz. Ama suyun kullanım hakkı belli koşullarda yerine getirilir.”
Yani, suyun kaynadığı arazinin sahiplerine kullanım önceliği tanınabilir. Ama mülkiyet değil, kullanım önceliği...
Aynı gerekçelerle suyu korumanın, yeterli kaliteli ve sağlıklı suyu sağlamanın devletin temel ödevi olduğu belirtiliyor.
Bugüne kadar devletin suyla ilgili görevleri suyun kullanım süresiyle ilgili oldu. Yani, sulama suyu kullanımı, elektrik enerjisi için baraj yapımı, kentsel alanlarda içme ve kullanma suyu gibi kullanım süreçlerinin yönetimi ile sınırlı kaldı. Devletin aklına suyu kullanmadan önce koruma gereği gelmedi. İşte bu tasarı suyun geliştirilmesi için gereken yatırımların, planların, projelerin uygulanmasını, suya erişimi ve su kullanım süreçlerinin yönetimini öngörüyor.
“Devlet bu görevleri yerine getirirken katılımcı olmalı” deniyor. Bunu da sözde bırakmamaya çalışıp illerde kurulması öngörülen su varlıkları koruma kurullarının oluşmasını düşünmüşler. Bu kurullara kamunun yanında sivil toplumun da eşit sayıda üyeyle katılması öngörülüyor. Çünkü şu anda toprak yasası gereği illerde çalışan toprak koruma kurullarında sivil toplumun sayısı yeterli olmadığı için büyük ölçüde bürokratik baskılarla sonuçlar alınıyor. Bu da amaçlanan yararı sağlamaya yetmiyor.
Tasarı “Türkiye su kaynaklarını geliştirmek zorunda” diyor.
Ülkemize yılda 500 milyar metreküp su düşüyor. Bunun 186 milyar metreküpü denize, göllere akıyor. Bunun yarısı kullanılabilir iken onun da ancak yarısı kullanılıyor. Yani coğrafyaya düşen yağış 10 birim ise, bunun sadece bir birimini kullanıyoruz.
Kullandığımız su miktarının artırılmasının yolları var. Tasarı bunun da yolunu gösteriyor: “Akarsularımızı ıslah edeceğiz. Depolayacağız. Yüzey akışı biriktirmeye çalışacağız. Yeraltı sularını beslemek zorundayız. Gerekirse yeraltı suyu barajları yapmak zorundayız. Uygun eğimli arazilerde teraslamalar gerçekleştirerek düşen yağışın akıp gitmesini önlemeye çalışacağız.”
Taslakta kaynak sularının nasıl korunması gerektiğinden kullanma süreçlerinin korunmasına, suyun ekonomisinden devletin su kullanımındaki yetkilerini doğru kullanmasına, ihtiyacın önemine göre su tahsisine, yasal sürecin denetimine ve finansmana kadar tüm soruların yanıtları var.
Bizim kültürümüzde suyu küçümsemek var. “Sudan ucuz” gibi tabirler dilimize pelesenk olmuş.
Bu bakışı değiştirip iktidarın bu taslağı yasalaştırmasını beklemekten başka çare yok.
Paylaş