Paylaş
Öyle görünüyor ki Başbakan da esasen Uludere’de yaşanan “operasyon hatasının” cinayet ile eşdeğer olduğunu görüyor, düşünüyor ama bunu bir türlü söyleyemiyor. Bilinçaltı, gündemi değiştireyim derken onu yine alıp “Uludere = Cinayet” noktasına getiriyor.
Normal şartlar altında, bu sadece basit bir operasyon hatası olsaydı nelerin olacağını tahmin edebiliriz: Hava Kuvvetleri’nde bir-iki general görevden alınır, haklarında soruşturma açılır ve soluğu mahkemede alırlardı.
Bugünkü hükümetin askerler ile ilgili genel tutumuna bakarak bunu söyleyebiliyorum.
Suçluluğu kanıtlanmamış, kimin hazırladığı bile belli olmayan bazı listelerde isimleri var diye birçok subay tutuklu yargılanıyor, terfi olanakları engelleniyor.
İşin ardında “asker ile ilgili hassasiyetlerin” ötesinde bir şey olmalı ki Başbakan, ne zaman Uludere sözü açılsa öfkeleniyor, hatta bu işi giderek bir “uluslararası komplo” olarak niteleme eğilimine giriyor.
Hatırlayacaksınız Uludere Operasyonu öncesinde MİT kaynaklı birçok istihbarat raporu yazılmış, bunlar gazetelerde de yayımlandı.
PKK’nın “kaçakçı görünümü” altında bölgeye silah ve mühimmat yığacağı, PKK şeflerinden Bahoz kod ismini taşıyan Suriyeli Fehman Hüseyin’in de sınırdaki kalabalık grup içinde olduğuna ilişkin istihbarat raporları bunlar.
İstihbaratın kaynağı da daha önce açıklandığı gibi “milli kaynaklar” ve o milli kaynağın da Milli İstihbarat Teşkilatı olduğu sır değil.
Konuyla ilgili adam gibi bir soruşturma yapılsa, işin “en ziyade müsaadeye mazhar bürokrata” yani MİT Müsteşarı’na ya da onun çok yakınlarına kadar uzanması kaçınılmaz.
Başbakan, KCK soruşturması sırasında savcıların elinden kanunu değiştirerek kurtardığı adamını “yedirmemek” istediğini daha önce söylemişti zaten. Uludere konusundaki hareketsizliğinin nedeni de bu, “adamını yedirmeyecek”! Bu nedenle olayın tam olarak aydınlatılmasını engelliyor ama dili sürçtüğünde de “kürtaj = cinayet = Uludere” demekten de geri kalmıyor.
‘Bağımsız Türk adaletine’ güvenin bir işareti!
ANKARA Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, Başbakan’dan aldığı işaret üzerine twitter’da kürtaj meselesine girmekte gecikmemiş.
Bir kadın vatandaşımız da ona şöyle bir tweet atmış: “Uludere ile günah çıkarıyorsunuz, şimdi sonunu kürtaja bağlıyorsunuz. Peki, Madımak’tan nasıl çıkacaksınız? Vicdan yahu!”
Melih Gökçek de kendi olağan üslubu içinde şu yanıtı vermiş: “Sen çok mu kürtaj yaptırdın.”
Olay twitter âleminde büyüyünce de Melih Gökçek şöyle bir tweet daha atmış: “Suç unsuru varsa mahkemeye gitsin, ben avukatıma talimat verdim. Kendisini savcılığa ve mahkemeye veriyorum.”
Bunun üzerine eleştiri tweetini atan kadın Gökçek’ten özür dilemiş, Gökçek de “Özür dilemek bir erdemdir, Gizem’e teşekkür ediyorum” diye yazmış.
Normal hukuk kurallarının geçerli olduğu, mahkemelerin siyasetten bağımsız ve gerçekten tarafsız olduğu bir ülkede bu olay böyle neticelenmezdi.
Çünkü böyle bir durumda o tweeti atan vatandaşın endişeleneceği bir şey olmazdı. Normal sayılması gereken bir eleştiri, açık bir hakaret içermiyor, insan neden korksun?
Ama Türkiye’de yargının ne kadar bağımsız olduğunu her vatandaşımız gayet iyi biliyor. “Güçlü” birisiyle mahkemede hesaplaşma cesareti göstermenin olası sonuçlarını tahmin etmek zor değil.
Tabii bir ikinci şık da söz konusu mesajı yazanın memur olma ihtimali. Fizan’a sürülme tehlikesini kim göze alabilir ki?
Bana gelen ve bir haksızlığı ya da siyasi tutumu eleştiren vatandaşların çoğunun e-postalarının hep “Aman adım sizde saklı kalsın” cümlesiyle bittiği bir ülkede yaşıyoruz! Onun için Gizem Hanım işi uzatmayarak gayet doğru bir tutum içine girmiş diyebilirim.
Bakan her yerde demokrasi istiyormuş!
DIŞİŞLERİ Bakanı Ahmet Davutoğlu önceki gün Suriyeli muhalifleri kabul ettiğinde şöyle konuştu: “Mısır’da demokrasi isteyip, Suriye’de istememek olmaz.
Hiçbir zaman zalimin yanında olmayacağız, bu böyle biline.”
Dışişleri Bakanı bir fırsatını bulduğunda “Suriye’de demokrasi isteyip de Suudi Arabistan’da, İran’da, emirliklerde neden demokrasi istemek gerekmeyebileceğini” açıklarsa ne kadar iyi olur.
Tabii bir de uluslararası mahkemenin soykırım ve insanlık suçlarıyla yargılamak için aradığı Sudanlı El Beşir’i bu çerçeve içinde nasıl değerlendirdiğini de anlatmalı.
Eminim hepimizin ufkunu açacak bir açıklaması vardır bütün bunların.
DDK TSK KPSS!
CUMHURBAŞKANI Abdullah Gül, eğer Anayasa engel olmasaydı, Uludere konusunda bir araştırma yapmak için Devlet Denetleme Kurulu’nu (DDK) görevlendireceğini söyledi. Ama kurulun Silahlı Kuvvetleri denetlemek yetkisi yokmuş.
DDK acaba bu KPSS sorularının çalınmasıyla ilgili soruşturmanın neden bir türlü ilerlemediğini araştırma yetkisine sahip mi diye merak ettim. Baktım, evet, böyle bir yetkisi var.
Hatırladığım kadarıyla zaten ucundan kıyısından böyle bir işe de girişildi. Bununla ilgili gazetelerde haberler 26 Ağustos 2010 tarihinde yayımlanmıştı. Aradan demek ki 1.5 yıl geçmiş. Acaba o raporda neler yazılı? Yoksa DDK o incelemeyi hâlâ bitiremedi mi?
Paylaş