Paylaş
“Ben sezaryenle doğuma karşı olan bir Başbakanım ve bunların planlı yapıldığından, özellikle planlı yapıldığını biliyorum. Bunun, bu ülke nüfusunun artmaması için atılan adımlar olduğunu biliyorum. Bunun bir taraftan da kendilerine mali kaynak teşkil etmesi için atılan adımlar olduğunu biliyorum ve bununla bu ülkenin nüfusu bir yerde donduruluyor” diyor.
Başbakan’ın bu jinekolojik bilgiye nasıl ulaştığını bilmiyorum ama ben dün bazı jinekologlar ile konuştum, internette konuyla ilgili değişik sitelere bir göz attım, Başbakan bu konuyu yanlış biliyor gibi.
Sezaryen ile doğurganlık arasında bir ilişki yok. Sadece Türkiye’de bazı hekimlerin üçüncü sezaryenden sonra, gelecekteki ameliyatlarda olası sorunlar yaşanmasın diye düşünerek kadınların tüplerinin bağladıkları ile ilgili bilgiler var. Ama Türk tıbbında genel kabul gören bir uygulama da değil. Özellikle Katolik ülke hekimlerinin tüpleri bağlamadıklarına, hatta İrlanda’da bir kadına on kez sezaryen doğum yaptırıldığına ilişkin bilgiler de mevcut.
Başbakan elbette bir hekim değil ve bunları bilmesi de gerekmiyor. Ama bilmediği bir konuda ilginç komplo teorilerine inanıyor olması düşündürücü olmalı.
“Bir gizli güç var ve bu güç Türkiye’nin nüfusunu arttırmaması için hekimleri sezaryene teşvik ediyor” gibi bir fikri var ki Başbakan düzeyindeki yöneticilerin böyle “komplo teorilerine” inanmaları aynı zamanda ürkütücü de! Her taşın altında bir komplo aramak sağlıklı bir ruh iklimine işaret etmez. Başbakan’ın meseleye böyle yaklaşması, Doğu’daki bazı köylerde kadınlara doğum kontrolü için spiral takılmasına “Te Ce kadınlara telsiz takıyor” yakıştırması yapmaya da benziyor biraz.
Öyle görünüyor ki Başbakan, sadece ülkeyi yönetmeye değil, insanların aile yaşamlarını yönetmeye de talip. Otoriter yönetimler altındaki ülkelerdeki baş yöneticiler gibi biraz. Bu tipteki lider, kendisini “ülkenin babası” gibi görür. Kimin neyi yapıp, yapmaması gerektiğine karar verir, insanların birbirleriyle ilişkilerine bile karışır.
Demokratik düzenlerle pek görülmeyecek bir durum ama demek ki “ileri demokrasi” denilen şey bunu da içeriyor!
Siz ne biçim muhafazakârsınız?
MEMLEKETİMİZ yıllardır “muhafazakâr” olduklarını söyleyen insanlar tarafından yönetilir, ama artık bu nasıl bir muhafazakârlık ise korumaktan çok, yıkmaya, yok etmeye yöneliktir.
Ben Denizli Lisesi’ni bitirdim. Ortaokul ve liseyi orada parasız yatılı olarak okudum.
Babam beni o binanın giriş kapısının karşısındaki camlı odada oturan Müdür Muavini Şakir Ertunç Bey’e teslim ettiğinde 12 yaşındaydım ve Şakir Bey’in bana dönüp şöyle dediğini hatırlıyorum: “Bu bina artık senin evin. Arkadaşların ve biz öğretmenler de aileniz.”
Ve öyle de oldu, oradan güzel hatıralar ve hiç bitmeyecek dostluklarla ayrıldım. Senede bir gün de olsa öğretmenlerimiz ve yatılı arkadaşlarla buluşup, eski günleri anıyoruz.
Halk arasında “Koca Mektep” olarak bilinen bina artık okul olmaktan çıkıyor.
Okulun tarihi binası artık Denizli Belediyesi’nin hizmet binası olarak kullanılacakmış!
Bu okul halen 1.200 öğrenci ve 120 öğretmeniyle Anadolu Lisesi statüsünde eğitim veren bir eğitim kurumu. Kurulduğu yıl 1874. Bugün halen hizmet vermekte olan tarihi binanın planları 1914 yılında mimar Tevfik Bey tarafından çizildi. İnşaatına 1915’te başlandı, parasızlık nedeniyle ancak 1926’da tamamlandı. 1922 yılında “Sultani Mektebi” adını aldı. 1932’de de okul liseye dönüştürüldü.
Şimdi bu tarihi okul bir başka binaya taşınacak, lise bahçesindeki diğer binalar da tamamen yıkılacakmış.
Bu binanın simgesel ve anıtsal bir değeri var. O okulun benzerlerini daha sonraki gezilerimde Türkiye’nin birçok yerinde gördüm.
Denizli dışındakiler de benzer bir akıbete mi uğrayacak bilmiyorum ama bir yerel yönetimin görevi, böyle bir binayı amacı dışında kullanmak için el koymak değildir. Tam tersine binanın korunması ve amacına uygun olarak kullanılması için yardımcı olmaktır.
Kentlerin tarihi ve kişilikleri barındırdıkları yapılarla da ortaya çıkar. O binaları yok etmek, kentin tarihine ve kişiliğine karşı işlenmiş bir suçtur.
Özellikle Orta Avrupa’daki kentlerin belediye binaları kentlerin merkezinde yer alır. Denizli’nin merkezi de Delikliçınar’dır ve oraya kentin geçmiş mimari dokusuna uygun yeni bir belediye sarayı yapmak dururken, gözünü tarihi önemi olan bir okula dikmek kolay anlaşılabilir bir şey değil.
Dedim ya bizim muhafazakârlarımız, “muhafaza etmekten daha çok yıkıp yok etmeye” hevesliler.
Bırakın da hiç olmazsa bu tarihi bina yapılış amacına uygun olarak kullanılsın.
Pazartesi mönüsünde aynı sorular var
BİR türlü yanıt alamadığımız soruları bir kez daha hatırlatıyorum. KPSS sorularını çalıp dağıtan organize suç örgütü neden yakalanamadı? MİT ve Emniyet bu iş için Başbakan tarafından özel olarak görevlendirilmişti ama ortada yakalanan kimse yok, soruların nasıl çalınıp, hangi amaçla kimlere dağıtıldığı hâlâ bir sır!
Bülent Arınç’a suikast planlayan bazı subayların yakalandığını duyduğumuzdan beni neredeyse 2,5 yıl oluyor. Ordunun kozmik odası bile bu nedenle arandı ama ne açılan bir dava var, ne de suikast planlarını yapanlar ile ilgili bir girişim. Suikast iddiası palavra mıydı, yoksa suçluları koruyan birileri mi var? Suudi Arabistan Kralı, gittiği her ülkede devlet yöneticilerinin eşlerine pahalı mücevherler hediye etti. Aynı alışkanlığı Türkiye’de de sürdürüp sürdürmediğini, Suudi Kralı’nın hediyeleri ile ilgili olarak yasal mevzuata uyulup uyulmadığını sora sora dilimizde tüy bitti, hâlâ bir yanıt alamadık.
Kralın hediyeleri ne oldu?
Paylaş