Meğer fazladan 3 yıl yaşamışım

DÜN sabah uyandığımda aldığım ilk haber Robin Gibb’in ölümüydü.

Haberin Devamı

Allak bullak oldum.

Robin Gibb de kim diyeceksiniz.

Bee Gees
topluluğunun geriye kalan son 2 üyesinden biri.

* * *

Bee Gees’in 1968 yılında dinlediğim ilk şarkısı “New York Mining Disaster”dı.

Şarkı bir maden kazasını anlatıyordu ve aklımda, göçük altında eşini arayan bir insanın şu sözleri kalmıştı.

“Karımı gördünüz mü Bay Jones...”

Yıllar sonra buna benzer bir haykırışı, Gölcük depreminde, yeraltına o hazin seslenişte işitecektim.

“Orada kimse var mı...”

Beklenen ses bir türlü gelmeyecekti...

* * *
  
Robin Gibb 62 yaşındaydı.

Tuhaf....

İlk duygum şu oldu:

“Demek ki fazladan 3 yıl yaşamışım...”

Bir de, nereden hatırladığımı bile bilemediğim bir şiirden aklımda kalan iki kelime.

“Fazladan babalar...”

Ne alaka ise, o da tuhaf.

İnsan beyni işte...

Sonradan Bee Gees’in onlarca şarkısını çok sevdim ve bugüne kadar taşıdım.

Ama en çok sevdiğim hep “I started a joke” oldu.

O şarkıyla birlikte hayatın tuhaflıklarını öğrendim.

* * *

Haberin Devamı

Mesela, hayatın 3 saatlik mutluluklardan, kendini mutluluk ihanetlerine bıraktığın anlardan ibaret bir zincir olduğunu.

Bazen, olağanüstü bir günün arkasından, felaket bir ruh haline düşmek olduğunu...

Hayatın her gününün inişli çıkışlı olabileceğini...

Çıkmak, arşı âlâya çıkmak kadar; inmenin, hatta cehennemin dibine kadar inmenin de “hayatın şeylerinden biri” olduğunu...

Onu da öğrendim.

Geriye ne kaldı derseniz, işte o şarkı kaldı.

Bana “Hayatın büyük bir şaka” olduğunu hatırlatan o olağanüstü şarkı.

* * *

Robin Gibb de öldü. Bir Avustralyalı kardeşim daha gitti.

Üç-beş yıl önce, İstanbul’da bir cami avlusunda görmüştüm.

Arif Mardin’in cenazesine gelmişti. Hüzünlüydü. Bir süre önce ikiz kardeşini kaybetmişti. Bu onda derin izler bırakmıştı.

Şimdi geriye sadece Barry Gibb kaldı.

Herhalde onun için, artık “Sıra kimde” sorusunu sormanın da bir manası kalmamıştır.

Bu sabah o kürsüye çıkmadan bir düşünün

DÜN bu ölüm haberini öğrendiğimde, nedense bir de Johnny Depp’in oynadığı o harika Tim Burton filminin kahramanı Edward  Scissorhands’i hatırladım.
Elleri makas şeklinde doğan o naif çocuğun, bitkilere verdiği harikulade şekilleri görür gibi oldum.

Edward Scissorhands, makas şeklindeki maharetleri elleriyle hiç büyümemiş bir Michelangelo’ya dönüşürken, benim tuhaf gözlerim, kendi göbek bağını kesen teneke trampetli bir çocuğu hatırlıyordu.

Öyle bir çocuk hiç yoktu. Onu ben icat etmiştim.

Çünkü düşünmüştüm ki, bazen keserek, budayarak, şekil vererek artmayı...

Bazen de kesip, kopararak noksanlaşmayı bilmek lazım.

Bazen kendi göbek bağını keserek özgürleşmeyi, uçup gitmeyi... Onu bilmek lazım.

* * *

Haberin Devamı

İşte... Robin Gibb de öldü.

62 yaşındaydı.

Önce parmak hesabı yaptım. Bu hesapla, tam 3 yıl fazla veriyordu.

Sonra ellerimi abaküse çevirip, yılları tek tek, bir taraftan alıp, ötekine geçirdim. Sağlamasını yaptım.

Demek ki 3 yıl fazladan yaşamışım.

Matematik dersinden sınıfta çakmış bir çocuk hüznüyle penceremi açtım ve hayalet bir ele güne karşı yapayalnız haykırdım.

Ey siz benim kuşağımın insanları... Ey siz; bir geriden gelip de en az benimki kadar günahkâr bir sonraki kuşağın ademleri...

Siz ki, muktedirsiniz, haddinden fazla mağrur; ondan da fazla kibirlisiniz...

Öyleyseniz, sayın parmaklarınızı, tek tek sayın...

Ve sorun kendi kendinize...

Değer mi hiç...

O sıkılmış yumruklar, gerilmiş hançereler, hep tetikte bekleyen öfkeler...

O salı günü kâbusları, kinin hiç bitmeyen davacısı olmalar...

O öfke selleri, nefret tsunamileri...

O bitip tükenmek bilmeyen, her akşam yatarken, henüz doğmamış güneşin alacak hanesine yazılan tatminsiz, doymak bilmeyen, müzmin, iştahlı intikam yeminleri...

O içeri tıktırıp tıktırıp da bir türlü huzur bulamayan, kabir azabından beter nefretler.

Size sesleniyorum.

* * *

Haberin Devamı

Söyleyin, değer mi hiç...

Hiç düşündünüz mü, fazladan kaç yıl yaşadınız?

Saydınız mı hiç, kaybedilmiş bir babanın yaşına eksik kaç yılınız kalmış?

Üç mü? Beş mi? Hadi 10, de ki 15...

* * *

Robin Gibb 62 yaşındaydı.

Olağanüstü bir sanatçıydı...

Geriye kin, öfke, intikam değil...

Fazladan günlerimizde, uzatmaları oynayan eksik yıllarımızda, dinlerken sevişmemiz için, birlikte ağlamak, gülmek, iki ağızdan, bir dudaktan söylemek için olağanüstü şarkılar bıraktı.

Sen hiç düşündün mü arkadaş...

Fazladan yaşadığın her yılın için; mezar taşının üzerine, iki ağzın; tek dudağın, minnettar bir hat ustası maharetiyle yazacağı kaç güzel kelimeyi hak edeceksin?
Bugün, yani salı günü, Türkiye’nin bir kasvet, bir diğer kâbus günü daha...

Siz ey seçilmişlerin liderleri...

Bugün kürsüye çıkmadan önce bir düşünün...

Geriye, mezar taşınıza, tuğranızı yazacak minnettar bir hat sanatçısı mı bırakıyorsunuz...

Yoksa, kim bilir kaç müzmin kinin davasını sürdürmeye ant içmiş davacılar mı...

Yazarın Tüm Yazıları