Paylaş
İlk izlenim: Her yer pırıl pırıl... Bize özel mi, her zamanki hali mi? Karar vermek zor.
“Silivri Cezaevi” deyip geçmeyin: Burası orta büyüklükte bir kasaba... 10 bin tutuklu ve hükümlü, 5 bin de personel çalışıyor. Yani 15 bin nüfusu var. İnfaz koruma memurları, cezaevi içinde bir günde 18 kilometre yürüyor... Küçük çapta bir cezaevi gezisi için en az beş kilometre yürümek gerekiyor. Yani devasa bir yapı var karşımızda.
Adalet Bakanı öncelikle tutuklu ve hükümlüler için verilen sağlık hizmetlerini tanıttı. Cezaevi içinde bir “devlet hastanesi” oluşturulmuş, çok sayıda uzman doktor görev yapıyor hastanede... Ayrıca Silivri Cezaevi kampusunda bulunan bütün cezaevlerinin “revir”leri de var, orada da günün her saati sağlık hizmeti veriliyor.
Bakan’ın tanıttığı ikinci yer: Mutfak... Mutfağa abartılı hijyen önlemleri içerisinde alınıyoruz. Titizlik had safhada... Kazanlar dolusu yemekler pişiyor mutfakta. Temizlik, düzen, intizam açısından 10 numara... Karavanadan tattık: Lezzet ve çeşitlilik hiç fena değil.
Ortak kullanım alanları da Bakan’ın önem verdiği yerler: Tutuklu ve hükümlülerin kullanımına hazır bekleyen dershaneler, spor salonları, bilgisayar odası falan...
Cezaevi’nin kütüphanesi de var: Çeşitlilik açısından zayıf... Tutuklu ve mahkûmlar daha çok Türk ve dünya edebiyatına meraklıymış. Dışarıdan gelen kitaplar da kütüphanede tasnif edildikten sonra mahkûmlara iletiliyormuş. Masada tasnif edilen kitaplara şöyle bir baktım: Mustafa Balbay’ın Silivri Cezaevi’ni anlatan kitabı da var, Orhan Pamuk’un Kar’ı da... Hatta Said-i Nursi’nin Risaleler’i bile var... Bakan’a “İçeride bir cemaatçi de var galiba” dedim. Sadece gülümsedi.
Tutuklu ve mahkûmlarla temas kurulmadı. Sadece futbol sahasında top koşturan, kapalı salonda voleybol oynayanlara rastladık.
En önemli kısım, en sonda gezildi: Tutuklu ve mahkûmların kaldıkları yerler... İlk önce 7 küçük ve dar odalı, bir genişçe salonlu ve küçük bir havalandırması olan 21 kişinin kalabildiği bölüm... Bir küçük oda, aslında sadece bir kişilik... Ancak fazlalık olduğundan küçük odaya üç kişi yerleştiriliyormuş.
Daha sonra 3 kişilik bir bölüm gezdik. Bakanlık burayı “yüksek güvenlikli bölüm” olarak tanımlıyor. Üç oda, ortak kullanıma açık geniş bir salon ve küçük bir havalandırma... Burası terör ve örgütlü suçlardan yatanlar için...
Riskli bir gezi
GAZETECİLER açısından en tehlikeli gezidir “bakan” eşliğinde cezaevi gezmek.
Çünkü yakın Türkiye matbuat tarihinde bu alanda yapılan ayıplar var.
12 Eylül döneminde millet cezaevlerinde işkenceden kırılırken, yetkililer eşliğinde cezaevlerini gezip “Burası çok şahane bir yer, bir de utanmadan şikâyet ederler” tarzı yorumlar yapan gazeteciler olmuştu.
Benzer bir ayıba imza atmamak için aşırı temkinli olmakta yarar var.
En azından “yetkili beyanları”nı, tutuklu ve hükümlü yorumlarıyla dengelemek gerekir.
Lütfen cezaevi ile ilgili aktarılan bilgileri bu not eşliğinde okuyunuz.
Özkan ve Balbay’ın durumu
TUNCAY Özkan “hücrede ve tecritte” deniliyordu.
Özkan’ın kaldığı yerin bir örneğini de gördük.
Özkan, dört hücreli bir yerde kalıyor.
Salonu biraz küçük...
Ama havalandırma bölümü diğer bölümlerdeki gibi... Eğer tek kişi kalınırsa, buraya tam bir “hücre”, uygulamaya da tam bir “tecrit” diyebiliriz.
Bakan Ergin, “Tuncay Özkan yalnız kalmayı kendisi tercih etti” dedi. Ancak şu anda Özkan’ın yanında bir başka tutuklu varmış.
Sonuç olarak Tuncay Özkan, şu anda hayatını küçük bir hücre ve küçük bir salonda sadece bir kişiyi görerek geçiriyor.
Mustafa Balbay da aynı durumda...
Peki bu iki isim kitap yazmak için bilgisayar kullanabiliyor mu?
Ortak kullanım alanlarında bir “bilgisayar odası” var, ancak buradan yararlanma durumu söz konusu... Balbay ve Özkan ise kaldıkları yerde bilgisayar kullanmak istiyormuş.
Bir kıyaslama
ORAL Çalışlar 7 yıl hapis yatmış. Yarısı 70’lerde... Yarısı 80’lerde... Dedim ki: “Bir kıyasla bakalım Oral Abi... Senin zamanının cezaevleri mi daha iyiydi, bugünün Silivri Cezaevi mi?”
Hiç düşünmeden yanıt verdi: “Benim zamanımın cezaevleri daha iyiydi.”
Ardından da ekledi:
“Bizim zamanımızda bu kadar teknoloji, bu kadar hijyen, bu kadar bakım yoktu ama bu kadar ‘yalnızlaştırma’ da yoktu. Hep bir aradaydık. Koğuşlardaydık. Cezaevinde en büyük sorun yalnızlık ve insansızlık sorunudur. Bu tip cezaevleri, bu sorunu daha da çoğaltıyor.”
İlker Başbuğ’un kaldığı yer
SİLİVRİ Cezaevi’nin en önemli konuğu hiç kuşkusuz eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ...
Başbuğ, Silivri Cezaevi’nde üç kişilik bir “koğuş”ta iki arkadaşıyla birlikte kalıyor.
Arkadaşlarından biri Hurşit Tolon... Diğeri ise bir amiral...
Kaldığı yeri şöyle tarif edebilirim: Yan yana üç kapı... Her biri 20 metrekare olan küçücük odalara açılıyor. Başbuğ, işte bu odalardan birinde kalıyor.
Ancak hemen hatırlatalım:
Başbuğ ve arkadaşlarına ayrılan yer, bu kadarla sınırlı değil.
Üç kişinin ortak kullanımına açık bir salon var. Salonda bir masa, birkaç sandalye var... Bir de küçük mutfak... Fazla büyük olmamak kaydıyla televizyonu dışarıdan getirebiliyorlar... Küçük bir buzdolabına da izin var...
Yine üç kişinin ortak kullanımına açık küçük bir havalandırma bölümü var. Volta atmaya uygun bir yer burası...
İlginç sorular ilginç cevaplar
SORU: Silivri Cezaevi’nden tünel kazıp kaçmaya çalışan oldu mu?
CEVAP: Hayır, olmadı.
SORU: Silivri Cezaevi’nde kuş beslemek serbest mi?
CEVAP: Kuş abartılı büyüklükte olmamak kaydıyla serbest...
SORU: Cezaevi marketinden haftada kaç liralık alışveriş yapılabiliyor?
CEVAP: 300 liralık...
SORU: Halı sahalarda maç yapma hakkı ne kadar?
CEVAP: Haftada 50 dakika...
SORU: Tutuklu ve mahkûmlara psikolojik destek sağlanıyor mu?
CEVAP: Uzmanlar eşliğinde “öfke kontrolü” seansları düzenleniyor.
SORU: Silivri Cezaevi’ne günde kaç ziyaretçi geliyor?
CEVAP: Günlük ortalama 200-250 avukat, 3500-4500 arası ziyaretçi akışı gerçekleşiyor.
SORU: Cezaevi içindeki hastanede kaç uzman doktor görev yapıyor?
CEVAP: 18 uzman doktor.
SORU: Cezaevinde olay çıkıyor mu?
CEVAP: Tutuklu ve mahkûmlar genellikle az sayıda kişinin kalabildiği bölümlerde kaldıkları için olay çıkmıyor.
Allah kimseyi düşürmesin
EĞER bana “Gezdin gördün... Nedir durum?” derseniz, şunu söylerim:
“Allah kimseyi düşürmesin.”
Özellikle de “yüksek güvenlikli” bölüme...
Çünkü sonuç olarak...
Daracık, küçücük bir hücrede yatılıyor.
Evet, ortak kullanılan bir salon ile ortak kullanılan bir havalandırma var ama sonuçta tek kişi için ayrılan yer feci derecede basan, küçücük bir hücre...
Yatakta iki elinizi açtığınızda duvarlarla karşılaşıyorsunuz.
Standartları ne kadar yüksek olursa olsun, hijyen ne kadar parlak olursa olsun, çıkan yemekler ne kadar kaliteli olursa olsun...
Sonuçta hayatın geçtiği yer orası...
Hiç kolay değil yani...
Biz şöyle birkaç dakika içinde bile bunaldık.
Düşünün artık...
Kalanlara sabır dilemekten başka elimden bir şey gelmiyor.
Paylaş