Paylaş
Yararlı bir çalışma olduğuna kuşku yok. Milli Eğitim Bakanlığı yetkilisinin “Türk Zekâ Testi en gelişmiş sistem olacaktır” sözündeki iddiayı da sevdim. Yola böyle çıkar ve bilimin gösterdiği çizgiden ayrılmazsanız başarılı olursunuz, buna kuşkum yok.
Bugüne kadar Türkiye’de uygulanan zekâ testleri batılı ülkelerde geliştirilmiş testlerdir. İnsanların ait oldukları etnik gruplara göre farklı farklı zekâlara sahip olabileceklerini düşünmek elbette ırkçılıktır. Ama kuşkusuz ki insanın zihinsel gelişiminin gerçekleştiği ortamın ve o ortamdaki diğer aktörler ile kurduğu ilişki biçiminin farklı sonuçlar yaratabileceğini kabul etmekte de bir sakınca yok. Ama bu işten korkmamı gerektirecek bazı “zekâ” özelliklerimizin olduğu da bir başka gerçek.
Çünkü “zekâ”, kişinin zihinsel becerileri ve bilgi dağarcığını öğrenmek, problem çözmek ya da toplumda değer gören sonuçlara ulaşmak için kullanabilmesi olarak tanımlanıyor.
Bizim bazı problemleri çözerek toplumda değer kazanan sonuçlara ulaşmakla ilgili bazı sorunlarımız var diye düşünüyorum. Mesela, tıkanan trafikte emniyet şeridini kullanarak yolu kısaltmak bir zekâ göstergesiyse, bunu ölçecek test başka yerlerde doğru sonuç vermez.
Ya da kontrolsüz kavşaklarda otomobilinin çizilip, zarar görmesinden en az korkanın, kavşaktan en önce geçebileceğine ilişkin bir “zekâ” göstergesi de başka yerlerde “aptallık” göstergesi olabilir.
Delinen otomobil radyatörünü çiklet ile tamir etmek, yangın merdivenlerine açılan kapıları hırsız girmesin diye kilitli tutmak, insanların toplu olarak yaşadıkları binalarda kapıları içeri doğru açmak gibi bize özel başka “zekâ” göstergelerimiz de öyle.
Ama yine de oyunbozanlık taraftarı değilim. Dilerim ki bize özgü “zekâ” testi çalışmaları, evrensel doğruları görmezden gelerek sürdürülmesin.
Sonunda ‘karakolda dayağın’ işkence olduğu anlaşıldı
İZMİR’de götürüldüğü karakolda polisler tarafından dövülen kadın ile ilgili davada sonunda doğru yol mahkemede bulundu. Kadını karakolda döven polisler ile ilgili olarak savcılık, “basit yaralama” suçundan dava açmıştı.
Dava böyle açıldığı için önce Sulh Ceza Mahkemesi’ne gitti. O mahkeme görevsizlik kararı verince dosya Asliye Ceza Mahkemesi’ne gönderildi. O mahkeme de görevsizlik kararı verdi ve suçun “işkence” olduğunu belirterek dosyayı Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderdi.
Böylece karakolda eli kolu bağlıyken “polisleri darp etti” iddiasıyla kadın 6,5 yıl hapis cezası istemi ile yargılanırken, kadını döven polislerin 1,5 yıl hapis cezasını gerektiren “basit yaralamadan” yargılanmaları saçmalığı da düzeltilmiş oldu.
İşkence ve kötü muamelenin önlenmesi yolunda İzmir’de görevli yargıçların tutumunun önemli olduğunu söylemeliyim.
Eğer gözaltına alınıp, karakola götürülen bir kadın oradan yüzü gözü şişmiş, morluklar içinde çıkıyorsa bunun adı “basit yaralama” değil, işkencedir. Bu suça “kötü muamele” demek bile suçu hafifletir, işkencenin önlenmesi yolundaki çabaları sonuçsuz kılar.
İşkenceye “sıfır tolerans” gösterilmelidir ki Türkiye bu utançtan kurtulabilsin.
İzmir’deki yargıçların bu tutumları dilerim ki savcılara ve emniyet üst yöneticilerine de bir ders olsun.
Uzlaşma Komisyonu’nun son günleri
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, “Başkanlık sistemi olmaz ise olmazımız değil, son söz halkın” dedi.
Bu söz, TBMM’de yeni Anayasa ile ilgili olarak çalışan Uzlaşma Komisyonu’nun da artık son günlerini yaşamakta olduğunu düşündürttü bana.
Yeni Anayasa ile ilgili çalışmaların izleyebileceği iki yol var. Ya TBMM’deki bütün partilerin değilse bile çoğunluğunun üzerinde anlaşabilecekleri bir metin ortaya çıkacak ve o metin TBMM’de kabul edildikten sonra halkın oyuna sunulacak. Ya da uzlaşma aranmayacak, TBMM’deki çoğunluğuna güvenen AKP bir Anayasa metnini oylayıp, yeterli çoğunluğu da bulabilirse o metni halkoyuna sunacak.
Başkanlık sistemi ile ilgili olarak AKP dışındaki partilerin tutumu belli: Parlamenter sistemin devamından yanalar.
Şimdi bu konuda Başbakan’ın ifade ettiği gibi son sözü “halk” söyleyecek ise halkın önüne iki ayrı metin konulmalı ki mevcut mevzuat buna uygun değil. Ya da AKP uzlaşmayı bir kenara bırakıp, kendi metnini yeterli çoğunluğu bulabilirse referanduma götürmeli.
AKP sözcülerinin ifadelerinden anlıyoruz ki iktidar partisi Başkanlık Sistemi’nden yana, çünkü Recep Tayyip Erdoğan, “Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk seçilmiş başkanı” olmak istiyor, “halk tarafından seçilmiş ilk Cumhurbaşkanı” olmak onu kesmiyor!
Bugün yarın, bir “uzlaşmazlık” konusu çıkararak Uzlaşma Komisyonu’nu etkisizleştirmek isteyeceklerini tahmin ediyordum. Öyle görünüyor ki bu “uzlaşmazlık” Başkanlık Sistemi üzerinden çıkarılacak.
Paylaş