BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasetçi olarak en önemli özelliklerinden biri, el attığı, gündeme getirdiği her konuyu sıkça bir çatışma ekseni içine çekip, bu çatışma üzerinden izah etme ve sonuç alma eğiliminde olmasıdır.
Başbakan, diyelim bir sivil toplum kuruluşu hakkında destekleyici bir beyanda bulunacak... Bu desteğini söz konusu kuruluşun faaliyet gösterdiği alanda çizgisini beğenmediği, kızdığı bir başka kuruluşun olumsuzlanması üzerinden ifade ederse şaşırmayın. ANADOLU İSTANBUL’A KARŞI
Geçen pazar günü AK Parti’ye en yakın iş örgütü MÜSİAD’ın genel kurulunda yaptığı konuşma ile bir ay önce Gülen Cemaati’ne yakınlığıyla bilinen TUSKON’un genel kurulundaki hitabı bu açıdan çarpıcı örnekler oluşturuyor. Pek çok ortak tema içeren her iki konuşmada aynı çatışmacı bakışın izleri çok baskın. Erdoğan, her iki metinde de eksenin bir ucuna yücelttiği bu kuruluşları, diğer ucuna ise olumsuzladığı büyük sermaye çevrelerini koyuyor. Herkes, buradaki adresi TÜSİAD olarak görmek durumundadır. Bu karşıtlıkta bir tarafta olumlu değerleri temsil eden Anadolu, “Anadolu aslanları”, “Anadolu evlatları” var. Diğer tarafta ise bütün olumsuzlukların atfedildiği büyük sermaye, diğer bir anlatımla “İstanbul”... TUSKON konuşması tahlil edildiğinde, bu kuruluşu teşvik etmek için kullandığı her övücü ifadenin, tersinden okunduğunda aslında büyük sermayeye gönderilmiş bir eleştiri oku olduğu fark ediliyor. Örneğin, “Bu TUSKON sırtını belli çıkar çevrelerine, çıkar odaklarına değil millete dayadı” diye söze girdiğinde, öznesi telaffuz edilmeyen bir kesime giden taşları görebiliyoruz. Keza Erdoğan, “Siz arkanıza mafyayı, çeteleri, cuntaları, galata bankerlerini, hazineyi, kamu bankalarının kaynaklarını almadınız, sadece milleti aldınız” dediğinde de, yine tersinden benzer bir okuma yapabilmek mümkün. SUÇLAMALAR GENELLEME İÇERİNCE
Başbakan, daha sonra şu sözlerle sermayeye açıktan tavır alıyor: “Bu hükümet arkasına sermayeyi almadı. Bu hükümet sermayenin, seçkinlerin, elitlerin, patronların hükümeti olmadı. Hak sahibi olanların hükümeti oldu. Yetimin hakkını gözeten, garip gurebanın, fakir fukaranın emanetini gözeten, hazineyi boşaltan değil, hazineyi dolduran bir hükümet oldu.” Benzer kalıplar, “galata bankeri” gibi tanımlamalar MÜSİAD konuşmasında da karşımıza çıkıyor. Bu konuşmadaki çatışma ekseninin bir kutbunda “statükocular”, “sırtını devlete dayayan sermaye çevreleri”, karşı kutbunda ise “Anadolu’nun genç, cevval işadamları” var... Başbakan’ın çizdiği bu tabloya göre sermaye çevreleri, Anadolulu işadamlarının gelişmesini, büyümesini, üretim sürecine girmesini, dünya pazarlarını açılmasını engelleme çabası içindedirler. Buradan hareketle 28 Şubat’ı aynı zamanda Anadolu sermayesine karşı yapılmış bir hareket olarak takdim edip, dolaylı bir şekilde sözü asker-büyük sermaye ittifakına getiriyor Başbakan. Kuşkusuz, ifadeleri içinde haklılık payı içeren pek çok unsur da var Başbakan’ın. Büyük sermayenin geçmişte askeri rejimlerin yanında durduğu, keza 28 Şubat’ta İslamcı sermayeye karşı girişilen ambargo kampanyaları karşısında sessiz kaldığı doğrudur. Ancak bu gibi doğru tespitler olsa da, kullandığı genellemeci ifadeler, muğlak suçlamalar, İstanbul merkezli bütün iş dünyasını hiçbir ayrım gözetmeden kamuoyu karşısında bir negatif ortak paydada bütünlemesi, kendisini haksızlık yapma noktasına sürükleyebiliyor. İŞ DÜNYASI KARŞISINDA AYRIMA GİTMEK
Hazineyi boşaltan, bankaları hortumlayan ve 2001 krizi ve öncesinde çoğu tasfiye olan kesimlerle, bu yollara girmeyip işini düzgün bir şekilde yapan grupların aynı kefeye konması ne ölçüde adil bir tutumdur? Anadolu sermayesinin büyümesi, MÜSİAD’ın güçlenmesi, TUSKON’un Afrika ve Güney Amerika gibi kıtaların en ücra köşelerinde iş, yatırım imkânlarını zorlaması kuşkusuz teşvik görmesi gereken, son tahlilde Türkiye’nin zenginleşmesine, refahına katkı sağlayacak çaba ve gelişmelerdir. Ancak bu yöndeki çabalar teşvik edilirken, bunun illa bir çatışma konusu haline gelmesi mi gerekiyor? Söz konusu kuruluşlar hükümet tarafından desteklenirken, Türkiye’de kamu dışında üretimin ve katma değerin yüzde 60’ını, enerji hariç dış ticaretin yüzde 85’ini, vergi gelirlerinin yüzde 90’ını, kayıt dışı ve kamu dışında istihdamın yüzde 50’sini gerçekleştiren TÜSİAD’ın bu mesainin karşılığında her gün tek ayağının üzerinde cezaya mı durması gerekiyor?