Paylaş
Pazar günü yaptığı konuşmada da çok sinirliydi. “Artık kimse mürebbiye gibi parmağını sağlayıp bizi tedip etmeye (terbiye etmek demek istiyor) kalkmasın” dedi.
Evet, buna artık alışmalıyız. Türkiye’de “parmak sallamak” gerekiyorsa onu da bir tek kişi yapabilir ve o da zaten her Allah’ın günü bunu üşenmeden yapıyor.
Sonunda bütün ülke kızgın öğretmenin şerrinden kurtulmak için sıraların altına saklanan öğrencilere dönecek gibi görüyor. Memlekete demokrasi böyle gelecek. Parmak nereye sallanıyorsa, oraya vurmak serbest, aksi takdirde tam siper!
Son parmak sallananlar Şehir Tiyatroları’nın çalışanları oldu.
“Despot aydınlara acıyoruz” dedi. Aydın düşmanlığı bu memlekette yeni bir şey değil, alışkınız. Tiyatroları özelleştirmeye karar vermiş Başbakan. “Destek gerekirse, gerektiği zaman bizler hükümet olarak istediğimiz oyunlara sponsor olur, desteğimizi veririz” diyor.
Hem bunu söylüyor, hem de “Devlet eliyle tiyatro olmaz” diyor, belli ki kafası karışık.
Karşı olduğu şey devletin tiyatroyu desteklemesi mi, yoksa devlet desteğiyle sahnelenen oyunları ideolojik olarak beğenmiyor olması mı?
Tutarlılık bekliyorum ama bunun boş bir beklenti olduğunu da biliyorum. Bu topraklarda “tutarlılık” ardı ardına kurulmuş iki cümlede bile kolayca bulunamayacak bir şeydir, unutmayalım.
Artık şunu kabul etmemiz gerekiyor ki bu ülkede AKP iktidarının istemediği tiyatro oyunları sahnelenemez, televizyon dizisi çekilemez, Başbakan’ın beğenmediği fikirler seslendirilemez.
Aksini yapmaya
tevessül eden, gözünün önüne doğru sallanacak bir parmak görür, sonrasında ne yapacaklarını savcılar biliyor zaten!
Geleceği de kaybediyoruz
TÜRKİYE ’de eğitim ve çocuk bakım kalitesinin OECD ortalamalarının çok altında kaldığını gösteren bir rapor yayımlandı. Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü’nün (OECD) raporlarına göre, Türkiye, çocukların aile ve okul dönemindeki eğitimleri açısından 34 ülke arasında sonuncu.
18-24 yaş aralığındaki gençlerin sadece yüzde 52.8’i eğitim hayatına devam edebiliyor. Birinci Slovenya’da ise bu oran yüzde 95.8.
Uluslararası Okuma Becerilerinde Gelişim Projesi’nde de sonuncuyuz.
Çocuğu olan annelerin yalnızca yüzde 21.4’ü çalışabiliyor, çünkü küçük çocuklarına sağlıklı bir bakım hizmeti bulabilmeleri
mümkün değil.
Yükseköğrenime Geçiş Sınavı sonuçlarının, başka araştırmalarla da doğrulandığını böylece bir kez daha görüyoruz.
Başbakan “dindar gençlik yetiştirmek” hevesinde! Eğitim sistemi sil baştan yenileniyor, daha iyi eğitim verebilmek için değil, “çocuklar küçük yaşta dinlerini öğrensinler” diye!
Türkiye’nin “genç nüfusunun” sağlayacağı geleceğe yönelik avantajlardan söz ediliyor ama cahil yığınların nesi avantaj olacak? Eğer bu cahillik üzerine siyasi gelecek planları kurmuyorsanız tabii!
Din ticareti zirveye çıktı
AKP Genel Merkez Gençlik Kolları’nın 3. Olağan Kongresi, memlekette din ticareti ile siyasetin artık nasıl birbirine karıştığını gösteren bir örnek oldu.
Kongrede çekilen fotoğraflara bakarken salonda AKP Şanlıurfa Gençlik Kolları’nın şöyle bir pankart astığını gördüm: “Peygamberler şehri dindar gençlikle geldi”.
Kongrede Başbakan’a bir de Kuran-ı Kerim armağan edilmiş, o da üç kere öperek teslim almış ki böylece “dindarlık vurgusu” altı kuvvetlice çizilen bir durum haline de geliyor.
Bir siyasi partinin gençlik kolları toplantısının böyle dini bir gösteriye dönüştürülmesi, görmezden gelinebilecek bir durum değil.
Siyasi partiler, kitlesel örgütler ve bu örgütün bir parçası olmak “dindarlığa” ve onun da bir alt kategorisi olan “Sünni dindarlığa” indirgenirse, yanlış yapılıyor demektir.
Bütün söylemini “dindarlık” üzerine kurmuş bir parti, nasıl olacak da Başbakan’ın söylediği gibi “birleştirici” olacak?
Yapılacağı iddia edilen “demokratik sivil anayasa”, dindarlık üzerinden mi şekillendirilecek?
Laik bir düzende bunların hepsi bir arada nasıl olacak?
Paylaş