Paylaş
Evin sahibi bir avukattı.
Denizli eşrafından, tanınmış bir aileden geliyordu.
Fotoğrafta bir boş beşik görüyorsunuz.
“Boş beşik” Türk halk edebiyatının hüzünlü bir kavramıdır.
Kaçırılmış bir çocuğun boş bıraktığı beşiği anlatır.
Fotoğraftaki ise boşalmış değil, henüz dolmamış bir beşiktir.
O ay doğacak olan bir çocuk için hazırlanmıştır.
Şimdi gelin bu fotoğrafın çekildiği odayı birlikte dolaşalım.
Etraftaki eşyaya bakarsanız, belli ki o dönem için varlıklı sayılabilecek bir ailenin evinde çekilmiş.
Beşiğe bakılırsa, Batılı hayat tarzını benimsemiş bir aile olması gerekiyor.
Arkadaki perdelerin pilileri, beşiğin üzerindeki modern cibinlik bize bunu anlatıyor.
Arka planda duvarda bir fotoğraf asılı.
Hemen onun sol altında ise asılı duran başka bir şey daha var.
Şimdi lütfen ona dikkatle bakınız.
O bir Kuran cüzüdür.
Boş beşiğin başucuna asılı duran tek obje, Kutsal Kitap’tır.
Fotoğrafa dikkatle baktıysak, şimdi o boş beşiğin içinde yatacak olan bebeği tanıyalım.
O bebek, 1970 yılında benim eşim olacak olan Tansu Oral’dır.
Eşimin babası Hüdai Oral, CHP’de 5 dönem milletvekilliği yapmış, herkesin saygıyla hatırladığı bir siyasetçidir.
Öldüğünde adı, Denizli’nin bir caddesine, dönemin AK Partili Belediye Başkanı tarafından verilmiştir.
Türkiye’nin ilk Enerji Bakanı’dır.
Meclis Başkanvekilliği ve Anayasa Komisyonu Başkanlığı yapmıştır.
Ve, rahmetli İsmet İnönü’nün en yakın çalışma arkadaşlarından biridir.
Hayatının son günlerini geçirdiği odasında Atatürk ve İnönü’nün fotoğrafları asılıydı.
Eşi Perihan Oral’ın anne tarafı Selaniklidir. Baba tarafı ise İstanbullu, dönemin tanınmış ailelerinden biridir.
Kayınvalidem, tipik bir Cumhuriyet kadınıdır.
Hüdai Bey’in babası Hulusi Oral, Çanakkale’de savaşmak için hukuk eğitimini yarıda bırakmış, savaştan sonra tamamlamış bir insandı.
Tek parti döneminde CHP’nin Denizli il başkanlığını yapmıştı.
Sapına kadar CHP’li bir aileydi.
İşte o insanların evinde, daha doğum hazırlıkları yapılırken, boş beşiğin başında akla gelen ilk şey, başucuna bir Kuran-ı Kerim asmak olmuştu.
Şimdi gelelim bana...
Ben, 1947 yılında İzmir’de muhafazakâr bir ailenin çocuğu olarak doğdum.
Anne tarafımdan dedem ve anneannem ile babaannem hacıydı. Öbür dedemi çok erken kaybettiğimiz için bilemiyorum.
Babam, Demokrat Partiliydi ve Adnan Menderes hayranıydı.
Benim nişanımda tanışıncaya kadar İnönü’ye çok kızardı.
Hayatının sonuna kadar, hep merkez sağ için oy kullandı. Menderes, ardından Demirel ve Özal...
Tanıdığım babam bugün yaşasaydı, büyük bir ihtimalle AK Parti’ye oy verirdi.
Her cuma ve bayram namaza gider, ramazanda orucunu hiç kaçırmazdı.
Ama benim doğduğum odada Kuran’ı Kerim yoktu.
Peki bu ne demek...
Ne annem ve babam, Demokrat Partili oldukları için daha inançlıydı..
Ne de kayınvalidem ve kayınpederim Cumhuriyet Halk Partili oldukları için daha az inançlıydı.
İşte bu demekti...
Bir de şu:
İki ailenin de ortak bir yanı vardı.
Atatürk’ü çok seviyorlardı.
Ve laik bir Türkiye’de yaşamak istiyorlardı. Karımın ailesi CHP’li,
benim ailem ise Demokrat Partili olarak...
700 yıldır yaşadığımız bu topraklarda böyle bir mutabakatı sağlamak
çok mu zor...
Paylaş