Paylaş
YGS sonuçlarını ilk olarak önceki gün, Türkiye’deki eğitim sisteminin ortalama kalitesinin ne kadar dibe vurduğunu göstermesi açısından irdeledik. Dünkü yazımızda ise bu sonuçlardan hareket ederek, eğitimde okul türleri arasında ve bölgesel olarak ortaya çıkmış olan vahim derecedeki eşitsizliklere odaklandık.
Bugün, sorunun bir parçası olarak doğrudan YGS’nin kendisini ele alacağız. Ancak bu değerlendirme için önemli bir uzmanın görüşlerinden yararlanacağız. Bu otorite, Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Ziya Selçuk’tan başkası değil. Prof. Selçuk’un 2003-2006 yılları arasında Milli Eğitim Bakanlığı’nın en kritik görevlerinden biri olan Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı’nı yaptığını ve bu görevden kendi isteğiyle ayrıldığını da hatırlatalım.
BU ÇOCUKLARA BAŞARISIZ DEMEK ACIMASIZLIKTIR
Prof. Selçuk’un mevcut üniversiteye öğrenci yerleştirme sistemine ve uygulanan YGS’lere ciddi itirazları var. YGS’ye dönük birinci itirazı, sınavın bilgiden çok sürati ölçmeye dönük bir şekilde kurgulanmış olması. Prof. Selçuk, bu konuda şöyle diyor:
“Bu sınav, matematik, Türkçe, sosyal ve fen konularını öğrenmiş olan öğrencileri değil, 1 dakikada soru çözebilenleri seçiyor.
2-3-4 dakikada çözebilenler de sınavda sorulan konuları öğrenmiş olabilirler. Sadece 1 dakikada çözemediği için ya da yetiştiremediği için düşük puan alanlara ‘başarısız’ damgası vurmak gerçek manada bir acımasızlıktır. Oysa kazanamadı denilen on binlerce öğrenci yurtdışında başarı hikâyelerine
imza atabiliyor.”
Prof. Selçuk’un YGS’ye dönük bir diğer eleştirisi, Türkiye’deki 24 ayrı lise türünün de aynı sınav sistemi içinde rekabet etmek durumuna sokulmasıdır. Bu durum özellikle meslek liselerinden gelen adaylar açısından büyük bir eşitsizliğe yol açıyor Prof. Selçuk’a göre: “YGS matematik alt testine giren öğrenciler arasında haftalık 2 saat matematik alan da var 8 saat matematik alan da, ama adaylara sınavda aynı sorular yöneltiliyor. Meslek lisesi öğrencileri hiç görmedikleri konulardan sorularla karşılaşıyorlar.”
Buradaki adaletsizlik, yalnızca alınan derslerin sürelerinin farklılığından kaynaklanmıyor. Yararlandıkları eğitim imkânları açısından büyük eşitsizliklerin içinden gelen çocukların aynı sınava sokulması, YGS’nin adil olmayan bir diğer yönünü gösteriyor. Prof. Selçuk, “Özel imkânlar hariç, hiç öğretmeni olmayan öğrencilerle, tüm öğretmenleri seçilerek atanmış olan öğrenciler aynı sınava giriyor” dedikten sonra soruyor:
“Soğuk sınıflardaki, öğretmen esirgediğimiz çocuklara başarısız demek ne kadar adil?”
BAŞARILI OLAN OKUL VE DERSHANELER DEĞİL
Prof. Selçuk, mevcut sınav sisteminin eğitimin kalitesine ve insan yetiştirmeye bir katkısı olmadığına inanıyor. Prof. Selçuk’a göre, bu sınav “Aksine öğrencileri yıllarca sınava hazırlık cenderesine sokup şahsiyet oluşumu ile ilgi ve yeteneklerinin açığa çıkmasını engelleyen bir kimliksizleştirme işlevine sahip.”
Başarılı okullar sıralamasını ise “başka bir komedi” olarak nitelendiriyor Prof. Selçuk; okul ve dershane sistemine de ağır eleştiriler yöneltiyor. Bu çerçevede okulların öğrenciler üzerindeki başarısının istisnalarla sınırlı olduğu görüşünde. Prof. Selçuk’un “Hiçbir okulun başarılı olduğu filan yok. Sadece belirli okullara toplanmış daha zeki çocuklar var. Dereceye giren çocuklar okula gitmese de başarılı olurlar” şeklindeki sözleri oldukça kuvvetli bir çıkışı yansıtıyor.
Prof. Selçuk, “Hele dershaneler öğrencilerin başarısını hiç üzerlerine almasınlar. Çünkü bu çocukları en fazla istismar ve afişe eden kurumlar dershaneler. Bazı öğrencilerdeki Allah vergisi zekânın ortaya koyduğu başarıyı hak etmediği halde ne çok sahiplenen var” diye ekliyor.
SINAV SİSTEMİ OLDUĞU GİBİ KALDIRILMALI
Prof. Selçuk’un altını çizdiği çok çarpıcı bir olgu var. Bu, Türkiye’deki dershane bütçesinin yükseköğretime harcanan paranın iki katına ulaşmış olmasıdır. “O zaman bir paradigma değişikliği yapmak elzemdir” diyor Prof. Selçuk. Vurguladığı başka düşündürücü nokta, bugün dünyada Türkiye ve Çin’den başka merkezi üniversite giriş sınavı yapan bir ülkenin kalmadığı gerçeğidir.
Prof. Selçuk, değerlendirmesinin sonunda “Okullarımıza, öğretmenlerimize, öğrencilerimize başarısız demekten vazgeçelim” diye sesleniyor ve şu öneriyi ortaya atıyor: “Bu sınavlar çocukluğu, yeteneği, umudu öldürüyor.
Araçlar amaç haline gelmiş durumda. Eğitim sistemi sınavların şantajına boyun eğiyor. Bu sınavları kaldırmak için gereken tek şey irade. Bu ülkede bir lider ‘Benim önceliğim evlatlarımızın kamil insan olarak yetişmesidir. Üç yıl içinde okullar arasındaki eşitsizliği kaldırmak ana görevimiz’ diyebildiği anda her şey tabii mecrasına akacaktır.”
Paylaş