Paylaş
Mehmet Ali Birand, Nazlı Ilıcak, Ali Bayramoğlu, Ahmet Kekeç, ‘cemaat’ten Mustafa Ünal gibi yazarlar, elbette soruşturmayı doğru buluyorlar ama aşırıya gidilmemesini istiyorlar.
“Devlet 28 Şubatçıların kökünü kazısın” rövanşizmine kapılmamak gerektiğini vurguluyorlar.
Bence 28 Şubat’tan, hatta bütün yakın tarihimizden alınacak en büyük ders “devlet” algımızdaki bu değişmedir: Nasıl bir devlet?
Bazı ‘yüce’ ya da ‘ulvi’ değerler için toplumu zorla bir kalıba sokan bir devlet mi?.. Yoksa hukuka ve çağın gerektirdiği özgürlüklere saygılı, sınırlı bir devlet mi?
Sığ ve yüzeysel
28 Şubat, ‘devletin toplumu hizaya getirmesi’ diye özetleyebileceğimiz “toplum mühendisliği” geleneğinin tipik örneğidir. Kumanda ettikleri devlet gücünü kullanarak hükümete, parlamentoya, üniversiteye, bürokrasiye, yargıya ve toplumun tamamına “balans ayarı” yapmak istemişlerdi. Her yerde, yargıda bile, “mürteci avı”na girmişlerdi...
Dün CNN Türk’te Ayşenur Aslan’ın programında Osman Ulagay, 28 Şubatçıların “ne kadar sığ, yüzeysel, ufuksuz” olduklarını anlattı. Gerçekten sadece “plan”ları vardı, hiçbir teorik ve akademik birikimleri yoktu. İnsanlar hakkında, eşinin başörtülü olup olmaması gibi “yüzeysel” görüntülere bakarak “mürteci avı” yapıyorlardı! Bunun toplumda nasıl bir tepki yaratacağını bile düşünemiyorlar, “bin yıl süreceğini” sanıyorlardı.
Atatürk hakkında
Sadece ezberledikleri birkaç genel söz vardı; çağdaşlık, laiklik, Atatürkçülük gibi... Bunlar hakkındaki bilgileri de çok sığ, yüzeysel ve slogansı idi. Bazıları Atatürk’ün Nutuk kitabını bile okumamışlardı! Atatürk’ün ‘inkılapçı’ Afgan Kralı Emanullah Han’a “Sakın kadın kıyafetine karışma” diye haber gönderdiği söylendiğinde sinirleniyorlardı.
Öteden beri böyle... Tarihçiliğimizin büyük isimlerinden merhum Ord. Prof. Mükrimin Halil Yinanç, 27 Mayıs darbesi günlerinde profesör arkadaşlarıyla 10 Kasım toplantısına davet edilmiştir. Darbeci bir subay, profesörlere Kurtuluş Savaşı ve Atatürk devrimleri hakkında konferans vermektedir! Mükrimin Halil Hoca konferanstan çıkarken Prof. Sulhi Dönmezer’in koluna girerek, hüzünlü bir sesle, “Bugün hayatımın en elemli gününü yaşadım” demiştir! Bu konuda Ömer Hakan Özalp’ın Mükrimin Halil hakkında yeni çıkan kitabına bakılabilir (s. 206).
Toplumu özgür bırakmak
Karmaşık sosyal süreçler hakkında “sığ ve yüzeysel” verilerle “kesin hükümler” vermek, sağlı sollu bütün radikallerin ortak özelliğidir. Bu konuda pozitivist, sosyalist, faşist veya fundamentalist İslamcı bir militan arasındaki fark, sadece yön farkıdır. Nitelikleri aynıdır.
Kaldı ki, çok bilgili olunsa bile toplumsal dinamikleri bütünüyle anlamak ve sonuçlarını kesinkes öngörmek imkânsızdır.
Dahası, “iyi” her zaman tek değildir, sana bana göre değişebilir. Hiçbir “iyi”nin öbür “iyi”lere cadı avı yapmaya, baskı altına almaya hakkı yoktur. 28 Şubatçılar bunu bilmiyorlardı, anlamıyorlardı.
Dünyada ve Türkiye’de tecrübeler göstermiştir ki, toplumu özgür bırakmak, doğal gelişim sürecinde yürümesine müdahale etmemek gerekir. Devletin görevi eğitim, sağlık, adalet, ekonomi, şehirleşme, güvenlik gibi kamu hizmetlerini götürmekten ibarettir. Bu alandaki gelişmeler zaten modernleşmenin en sağlıklı yoludur.
Türkiye’de devlet ve demokrasi algısı bu yönde gelişmektedir. Önümüzde daha epey mesafe var. Müdahaleci tavırlara da, rövanşist tavırlara da karşı çıkmak, daima hukuku ve demokrasi savunmak “zamanın ruhu”nun gereğidir.
Paylaş