Paylaş
Bu gelişme, 16 Aralık 2010 tarihinden yana İstanbul 10’uncu Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülmekte olan davada duruşma savcısının ilk tur savunmaların tamamlanmasından sonra “delil değerlendirme” aşamasını atlayıp, esas hakkındaki mütalaasını sunması ve mahkeme heyetinin de bu yöntemi kabul etmesidir.
Toplam 365 sanığın yargılandığı Silivri’deki davada savcı ve hâkimlerin bu hamlesine savunmadan şiddetli bir itiraz gelmiştir. Sanık avukatları, bu yöntemle ciddi bir usul hatası yapıldığını, delillerin detaylı bir şekilde tartışılması engellenerek savunma hakkının kısıtlandığını ileri sürüyor.
YASA VE TEAMÜLDE DURUM
Bu tartışmayı önce usul açısından inceleyelim. Yerleşik usulde, davanın başlamasıyla birlikte 1) iddianamenin okunması, 2) “sorgu” ya da “ön savunma” da denilen sanık ve avukatların ilk aşama savunmayı yapması, daha sonra 3) “delil değerlendirme” aşamasına geçilmesi, bunun ardından 4) savcının ortaya konan bütün savunma, delil ve karşı delillerin ışığında “esas hakkındaki mütalaası”nı açıklaması, 5) bu mütalaa üzerinden “son savunmalar”ın yapılması ve nihayetinde 6) mahkeme heyetinin “karar vermesi” ve bunun açıklanması şeklinde bir yol izleniyor.
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (CMK) dayandığı mantık da bu sıranın izlenmesini gerektiriyor. Örneğin, CMK’nın 206’ncı maddesi “Sanığın sorguya çekilmesinden sonra delillerin ortaya konulmasına başlanır” diyor.
Daha önemlisi, CMK’da açıkça “Delillerin Tartışılması” başlığı altında ayrı
bir madde olarak getirilen
düzenleme. CMK şöyle diyor: “Delillerin Tartışılması/MADDE 216: 1) Ortaya konulan delillerle
ilgili tartışmada söz,
sırasıyla katılana veya vekiline, Cumhuriyet savcısına, sanığa ve müdafiine verilir.”
Aynı maddenin ikinci fıkrası, özetle savcının savunmanın açıklamalarına, savunmanın da savcının açıklamalarına “cevap verebileceğini” belirtiyor. Bir başka anlatımla, karşılıklı bir tartışmanın çerçevesi çiziliyor, daha doğrusu tartışma teşvik ediliyor bu yasa maddesinde.
Ayrıca on yıllardır
uygulanmakta olan teamül
de bu şekilde işliyor. Dolayısıyla salt teamül açısından baktığımızda da, mahkemenin yerleşmiş uygulamadan ayrıldığını söylersek bir hata yapmış olmayız.
MAHKEMELERDE STANDARDİZASYON
Bu tezimizi somut örneklerle gerekçelendirmeye çalışalım. Silivri’de 13’üncü Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen 95 sanıklı Birinci Ergenekon davası 20 Ekim 2008 tarihinden bu yana sürüyor. İlk aşama savunmalar Ekim 2011’de bitti ve geçen kasım ayında “delil değerlendirme” aşamasına geçildi. Tam 5 aydır devam ediyor delil değerlendirme faslı.
Keza 12’nci Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen Kafes-Poyrazköy davasında da 16 Ocak 2011 tarihinden bu yana, yani tam 15 aydır delil değerlendirmesi yapılıyor.
Hal böyle olunca şu soruları yöneltmemiz kaçınılmaz oluyor: 12’nci ve 13’üncü Ağır Ceza Mahkemelerinin uyduğu bu teamüle 10’uncu Ağır Ceza neden itibar etmiyor?
Hangisinin yaptığı
doğru? Buradaki tercihlerden
biri doğruysa, diğeri hatalı
sayılmaz mı? Özel yetkili mahkemelerin belli usul standartları içinde hareket etmeleri gerekmez mi?
BAŞ AĞRITACAK BİR TASARRUF
Bu konuda görüşlerine başvurduğum ceza hukuku alanında önemli bir otorite olan Prof. Köksal Bayraktar, delil değerlendirmenin atlanmasının “bugüne dek pek karşılaşmadığı bir durum olduğunu” belirttikten sonra şöyle dedi:
“Usul yönünden hatalı bir durum söz konusu. Büyük, önemli davalarda hâkim mutlaka savunmaya delillerini ileri sürmesi için imkân verir. Bu küçük davalarda bile böyledir.”
Balyoz davasında bu aşamanın atlanması, Yıldız Teknik Üniversitesi’nin hazırlamış olduğu ve özellikle görevlendirme belgeleriyle ilgili delillerin önemli bir bölümünün sahte olduğu mesajını taşıyan raporunun, keza ABD’den gelen benzer içerikteki bir raporun da ayrıntılı bir şekilde tartışılmasını engelleyecektir.
Neresinden bakılırsa bakılsın, önümüzdeki dönemde HSYK’nın da başını çok ağrıtacak ciddi bir hukuk sorunuyla karşı karşıyayız.
Paylaş