Paylaş
BAŞROLÜNDE Brad Pitt’in oynadığı ‘Benjamin Button’ filmini izleyenleriniz vardır. Dünyaya çok ama çok yaşlı bir adam olarak gelip sonra da bebek olarak ölen Benjamin Button’un hikayesi.
Veya, çok başarılı bir sinema filmi de yapılan ‘Time Traveller’s Wife-Zaman Gezginin Karısı’nı okuyan, izleyeniniz vardır. Adam zamanda gezdiği için karısını daha o çocukken kendisine aşık eder, sonra da kendi kaçınılmaz sonuna doğru giderken de bize aşk hakkında unutulmaz dersler verir.
Böyle çok sayıda başarılı örnek verebilirim, edebiyat dünyasından, ana konusu zaman kavramı ve zamanda yolculuk olan.
Örneğin Isaac Asimov’un bir romanında ‘zaman gezginleri’ vardır, bir çeşit ‘zaman polisi’ işlevi de gören, insanlığın başına kötü şeyler gelmesini engellemek için geçmişe veya geleceğe doğru giderek kendilerinin ‘minimum değişiklik’ dediği şeyi yapan. Ama sonunda zamanın çok çok ilerisinden birileri gelir, onları engellemek için zamanda yolculuk cihazının icat edilmesini engelleyen bir ‘minimum değişiklik’ yaparlar.
Zaman kavramının bu kadar ilgi çekici olması boşuna değil. Çünkü, esasen Einstein’dan beri elimizde, teorik de olsa, yeni bir imkan var: Kendi bireysel zamanımızı yavaşlatma, başkalarına göre daha uzun zaman yaşama imkanı.
Bunun yolu, çok ama çok yüksek süratlerde seyahat etmekten geçiyor. Işık hızına yaklaşıldıkça saatler yavaşlıyor, ışık hızında ise zaman akmamaya başlıyor.
Hep verilen örnek şudur: İkiz kardeşlerden biri, ışık hızının yarısı kadar hızda yol alan bir roketle dünyadan ayrılsa ve kendi zamanıyla 1 yıl sonra geri gelse, ikiz kardeşini çok ama çok yaşlanmış olarak bulacaktır. Onun için sadece 1 yıl geçmiştir ama dünyadaki kardeşi o arada onyıllar geçirmiş olacaktır.
Yani uzaya giden kardeş bir anlamda geleceğe yolculuk yapmış olacaktır.
Geleceğe yolculuk, en azından teorik olarak, bu anlattığım örnekteki gibi mümkün. Peki geçmişe yolculuk mümkün mü?
Aslında o çok daha kolay. Aynanın karşısına geçtiğinizde kendi geçmişinize bakıyorsunuz. Çok ama çok kısa bir süre önceki olabilir ama sonunda geçmiş geçmiştir.
Veya gece başınızı kaldırıp yıldızlara baktığınızda aslında evrenin geçmişine bakıyorsunuz. Güneşin ışıkları bile bize 8 dakikada ulaşıyor, yıldızlarda ise milyonlarca yıl önce yola çıkmış parıltıyı seçiyor gözümüz.
Ama herhalde hayat ettiğiniz geçmişe yolculuk bu değildi. Siz aynen geleceğe giden ikiz kardeş gibi bir bireyin doğrudan geçmişe, ne bileyim 1500’lü yıllar İstanbul’una mesela, gitmesini anlıyordunuz geçmişe yolculuktan.
Maalesef böylesi bir bireysel yolculuğu teorik olarak bile mümkün kılan ikna edici bir sebep yok.
Olmamasının sebebi de, böyle bir yolculuğun evrenin temel yasalarından birine, termodinamiğin ikinci kanununa aykırı düşmesi.
Termodinamiğin ikinci kanunu, kabaca ‘Isı, soğuktan sıcağa doğru akmaz’ der. Gerçekten de durum hep tersidir: Isı, sıcaktan soğuğa doğru akar.
Isının nerden nereye aktığıyla zamanın ne ilgisi var demeyin. Zamanın okunun hep ileriyi, hep geleceği göstermesi de bu kanunun açıklamaya çalıştığı evren yasalarının bir sonucudur.
Masadan düşüp kırılan bardak...
TERMODİNAMİK kanunları 1800’lü yıllar boyunca ve teker teker geliştirildi. Bu kanunların ortaya çıkmasının sebebi de sonucu da, buhar makinasıydı. Endüstri devrimini var eden, bize bugün yaşadığımız dünyayı veren icat yani.
Termodinamiğin ikinci kanunu aslında apaçık olanı bize söyler. Kanun ilk bakışta o kadar basittir: Isı, soğuktan sıcağa doğru akmaz.
Ama bu basit gibi gözüken cümle insanlığa ‘entropi’ kelimesini hediye etti. Entropi, en basit anlatımıyla, bir sistem içinde enerji harcandıkça düzensizliğin de artacağını söyler.
Ve işte tam da bu sebeple zamanın oku da hep ileriyi gösterir, geriyi değil. Çünkü her geçen anda sistem içinde enerji harcanır, yani düzensizlik de artar.
Bardak masanın üzerinden düşer ve kırılır. Düzensizlik artar. Ama tersi olmaz: Yere saçılmış cam parçacıkları yukarı doğru sıçrayıp masanın üzerinde yeniden bir bardak haline gelmezler.
Zamanın oku da ileriyi gösterir. Benjamin Button gibi biyolojik hayatınızı geriye doğru yaşayamazsınız. Veya bir anda geçmişe sıçrayıp oradan yolunuza yeniden ileriye doğru devam edemezsiniz.
Peki ya ışıktan hızlı yolculuk yapacak olursak?
ÖYLE ya, termodinamiğin ikinci yasası dahil bildiğimiz evren yasaları, ışık hızının altındaki süratler için geçerli.
Einstein’dan beri, ışık hızına ulaşıldığında zamanın (o gözlemci için) duracağını da biliyoruz.
Peki ya ışık hızını aşarsak? Einstein bize bunu yasaklar ama hayal bu ya, gelin düşünelim: Eğer ışıktan daha hızlı gidersek, en azından daha hızlı giden için zaman terse çalışmaya, saatler geri geri gitmeye başlar mı?
Bunu tabii hayal etmesi bile zor.
Ali, Ayşe’ye evlenme teklif eder. Ayşe bu teklife çok sevinir ve ışıktan bile hızlı hareket ederek teklifi kabul ettiğini söyleyecek olursa, bu bilginin Ali’ye henüz evlilik teklifi yapılmamışken ulaşması söz konusu olabilir.
Bu da, ‘nedensellik’ ilkesinin ihlali, yani bir başka evren yasasının çiğnenmesi anlamına gelir. Bir şey, daha sebebi oluşmamışken yaşanamaz.
Bardağa eliniz çarpar, bardak yere düşer ve kırılır. Henüz eliniz çarmamışken bardağın yere zıplayıp kırılması tuhaf olur.
Maçlar henüz oynanmamışken, loto henüz çekilmemişken biz sonucunu biliyor oluruz.
Zamanın oku geri döndürülemez.
Paylaş