Kafes yetmez, bahar ayini lazım

OTUZ yıldır tam siper yatıp, tehlike geçince başını siperden kaldıran arkadaş;

Sen...
O gün, gencecik insanları, kalleş baskınlarla basıp telle boğan; sonra da şimdi mahkeme kapısına dayanan arkadaş; O’nun arkadaşı;
Sen;
O günlerde, yazılarla, nutuklarla, şanla, şerefle, generalleri takdis eden, başının tacı eden, devrimci arkadaş, ülkücü arkadaş, mukaddesatçı arkadaş, mümin arkadaş;
Bir de sen;
Şimdi mahkeme kapısında bahar ayini yapıyorsun.
“Kafeste getirsinler” lafından orgazmik bir tat alıyorsun.
Peki hiç kendi kendine sordun mu?
“Asker” kötüdür, berbattır...
İyi de “sivil” kelimesinin sicili çok mu temizdir?
  
O günlere bakıyorum. Etrafta rap rap seslerinin yükseldiği, tank gıcırtılarının duyulduğu o günlere...
Meğer Reşit Galip Caddesi’ndeki o iki katlı evde dergi çıkarmaya çalışan 5-10 kişinin mücadele ettiği 12 Eylül, o koskoca askeri darbe, iki kişiden ibaretmiş.
O küçücük binada, aralarında, rahmetli Bülent Ecevit, eşi Rahşan Hanım ile, Ömer Madra’nın, Haluk Gerger’in, Oruç Aruoba’nın, Nahit Duru ve benim bulunduğu üç beş genç adamın yaşadığı, bugün dalya demeye hazırlanan 2 insanın hazırladığı, azmettirdiği, icra ettiği, infaz ettiği bir dönemmiş.
Bilseydim, o günlerde, bugünden daha az korkardım...
  
Hayatımda, 2 askeri darbe, 1 ara rejim, uzun bir OHAL ve özel dönemler yaşadım.
Üstelik bunları, bu toplumun ana yelpazesinin iki tarafından da gördüm.
- İlkini, 27 Mayıs’ta, İzmir’de, Demokrat Partili ve Menderes hayranı bir ailenin ferdi olarak yaşadım.
- 12 Mart’ı Türkiye İşçi Partisi’ne destek veren ve bursu kesildiğinde, 2 yaşındaki çocuğunu geçindirmek için bordel otellerde çalışmak zorunda kalan genç bir solcu olarak yaşadım.
- 12 Eylül’ü, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Bülent Ecevit’in ekibinde çalışan bir sosyal demokrat olarak yaşadım.
  
Şunu öğrendim.
Askeri darbeler çok kötü şeylerdir.
Ama bu gözler, bu vicdan, bu sosyoloji gözlüğü bana çok önemli başka hakikatleri de gösterdi. .
“Sivil karaktersizlik”, “sivil korkaklık” ve “sivil riyakârlık” da en az onun kadar kötü bir şeydir.
Bir suç ortağıdır...
Evet bu ülke askeri darbelerle yüzleşmelidir.
Ama bu ülkenin sivilleri kendi “riyakârlıklarıyla” da yüzleşmelidir.
- 12 Eylül öncesi sokakta dökülen kanının bütün hesabını iki yaşlı komutanın sırtına yükleyip, sivil olarak, kendi korkaklığımız, kendi ikiyüzlülüğümüz, kendi balık hafızamızla yüzleşmezsek;
- 12 Eylül öncesi, gencecik insanları saatlerce işkence yaparak telle boğanların bile, mide bulandırıcı bir pişkinlikle, müdahiller arasına karışmasını anlayıp da; Demirel’in niye müdahil olmadığını sorguluyorsak;
Tarihten zerre kadar ders almamışız demektir.
  
- Bir zihniyet vardır ki; hesaplaşma dediğiniz şeyi; sembollerden, günah keçilerinden alınacak intikamdan ibaret görür.
Yüz yaşına gelmiş, ayakta bile duramayacak bir insanı, “Kafese koyup getirin” diyecek kadar transa girer.
Hatta, “O da yetmez, Kaddafi gibi, bahar ayini yapanların önüne atın” bile diyebilir.
- Bir başka zihniyet ise, sembollere değil, hakikatlere bakar, derinine iner.
Oraya baktığı zaman, Türkiye’nin, asker sorunu kadar, derin bir sivil zihniyet deformasyonu da bulunduğunu görür.
  
Son sözüm şudur:
“Sivil” kelimesi tek başına “asker” kelimesinden daha kutsal bir manaya sahip değildir.
O kelimenin içini doldurmak lazım.
Zamanında gösterilen cesaretle, vicdanla, sorumluluk duygusuyla, adaletle...
Tabii ki demokrasiye inançla.
Yani karakterle.
İşte o sivillerin bugün hesap sorma hakkı vardır...
Yazarın Tüm Yazıları