DÜN 12 Eylül darbesinin bir numaralı karar vericisi Kenan Evren’in yargılanması Ankara 12’nci Ağır Ceza Mahkemesi’nde başlarken, Adliye Sarayı’nın dışında yapılan kalabalık gösterilerde öfke ile sevinç duyguları at başı gidiyordu.
Acılar kaybolmamış, yer değiştirmemişti. O dönemde yakınlarını kaybeden, bizzat kendileri ya da akrabaları, arkadaşları ağır işkencelere maruz kalan, türlü şekillerde hak ihlallerine uğrayan 12 Eylül mağdurları, 30 yıl öncesinin öfkesini aynen bugün de yaşıyordu. Bununla birlikte 12 Eylül’den hesap sorulmaya başlanmış olmasından dolayı genel bir memnuniyet halinin ortalığı kapladığı da aşikârdı. Gazetelerde ve televizyonlarda ise iddianamenin hukuken doğru bir açıdan kurgulanıp kurgulanmadığı konusunda oldukça canlı, hararetli bir tartışma sürüyordu. İŞKENCE SERBESTİSİ BIRAKINIZ YAPSINLAR Ne kadar yetersizliği ileri sürülse de Türkiye’de sonuca ulaşmış bir askeri darbenin sorumlularının ilk kez adaletin önüne çıkartılmış olması kendi başına tarihi önemde bir olaydır. Bu dava, dış dünyada Türkiye’nin geçmişinde yaşadığı bir darbenin sorumlularından hesap sorduğu şeklinde okunacaktır. Bu haliyle 4 Nisan 2012, Türk demokrasisi açısından önemli bir eşiğin atlandığı tarihtir. Türkiye’de darbeler döneminin kapandığı, demokrasinin olması gerektiği gibi yalnızca sivil bir zemin üzerinde yürüyeceği yeni bir yörüngeye girdiğini muazzam bir sembolizm içinde teyit etmektedir. Başlamış olan davayla ilgili işaret edilen eksikliklerin yeni yargılama süreçleri ile tamamlanması, bu süreçlerin Türkiye’yi 12 Eylül’e taşıyan olayların aydınlatılmasını da kapsaması isabetli olacaktır. 12 Eylül, insan hakları ihlalleri açısından Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en yüz kızartıcı dönemlerinden birine sahne olmuştur. İstatistikler, 650 bin kişinin gözaltına alındığını, 230 bin kişinin yargılandığını, 50 insanın asıldığını, 200 dolayında insanın gözaltındayken işkencede öldürüldüğünü anlatıyor. 12 Eylül, bu yönüyle sınır tanımayan bir acımasızlığın başını alıp gittiği bir işkence serbestisi dönemidir. Nitekim bugün Türkiye’de 12 Eylül’den “insanlık suçları” açısından hesap sorulması talebinin güçlü bir toplumsal mutabakat halinde yükselmesinin gerisinde bu gerçek yatıyor. 12 EYLÜL BİZİMLE NEFES ALMAYA DEVAM EDİYOR Meselenin bir diğer yönü, askeri darbenin bugüne uzanan mirası ile ilgilidir. Burada çok rahatsız edici bir paradoksla karşılaşıyoruz. Türkiye bir yandan darbenin sorumlusu generalleri yargılıyor ama diğer yandan 12 Eylül Anayasası’nın ördüğü elbiseyi giymeyi sürdürüyor. Bu haliyle ne kadar eleştirilirse eleştirilsin, 12 Eylül bizimle birlikte nefes alıp vermeye devam ediyor 2012 yılında da. Keza, bugünkü AK Parti hükümeti de YÖK gibi 12 Eylül’ün inşa ettiği bazı kurumsal yapılar üzerinden iktidar egzersizi yürütmekte ya da yüzde 10 barajından yararlanmakta bir beis görmüyor. Eğer 12 Eylül’le gerçek anlamda bir hesaplaşma olacaksa, Türkiye’nin öncelikle üzerindeki bu elbiseyi çıkartarak, yeni ve sivil bir anayasa ile yola koyulması artık daha fazla ertelenemez bir zorunluluk haline gelmiştir. YARGILAMANIN İNANDIRICI OLABİLMESİ İÇİN Bir başka paradoks daha var: 12 Eylül yargılamasının başlangıcı, Türkiye’nin demokratik sicilinin giderek bozulduğu bir zaman kesitine denk düşüyor. Batı dünyası, bugün Türkiye’yi takdire şayan ekonomik büyümesinin yanı sıra demir parmaklıkların arkasındaki tutuklu milletvekilleri ve gazetecileriyle, ifade ve gösteri özgürlükleri alanındaki yaygın, sistematik sorunlarıyla birlikte algılıyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde Avrupa’nın ihlal birinciliğini koruyor olmamız iftihar edebileceğimiz bir tablo değil. Keza bazı büyük davaların yürütülüş şekli ve delillerle ilgili tartışmalar, yargıyla ilgili sorunları derinleştiriyor. Ayrıca bugün 12 Eylül döneminin Diyarbakır Cezaevi’nin yüz kızartıcı uygulamaları yok ama bölgede Kürt hareketinin önde gelen isimlerinin, seçilmiş belediye başkanlarının hapiste olması yine Kürt vatandaşların öfkesini çekiyor. Özgürlükler açısından karşımızda duran tabloyu çarpıcı bir örnekle anlatmak gerekirse, 12 Mart’tan sonra 12 Eylül’de de tutuklanan yayıncı Ragıp Zarakolu’nun 2012 yılında yine hapiste (Kandıra-F tipi) olmasında düşündürücü bir çelişki yok mudur? 12 Eylül’den hesap sorma çabasının inandırıcılık kazanabilmesi için Türkiye’nin öncelikle demokratik sicili üzerine düşen gölgeleri ortadan kaldırması gerekiyor.