Paylaş
Düşünsenize, 12 Eylül 1980’de darbe yapanlar, iki yıl sonra kendi yazdıkları Anayasaya bir madde ekleyip sonsuza kadar yargı dokunulmazlığı elde ediyorlar. Ve siz bu maddeyi Anayasadan silmek için tam 29 yıl bekliyorsunuz.
Anayasamızda yazılı bir utanç vesikasıydı geçici 15’nci madde. Daha önce defalarca gündeme geldiği halde nihayet 2011’de referandum sonunda Anayasa’dan silinebildi.
İşte bu ‘silgi darbesi’ sayesinde, savcıların da eli serbestleşti ve bugün 12 Eylül darbesini yapanlardan hayatta kalanlar mahkeme önüne çıkacaklar.
Ama geçici 15. maddeyi Anayasadan silmekteki çekingenliğimiz aslında bu dava bağlamında da devam ediyor. Özellikle savcıların çekingenliği.
Daha önce Radikal’de Ali Topuz gayet güzel yazdı. 12 Eylül darbecilerine karşı açılacak davanın ‘Anayasayı ihlal ve darbe yapmak’tan değil, aslında insanlığa karşı suç işlemekten açılması gerekiyordu.
Çünkü darbe yapmış, sonra oturup sil baştan anayasa yazmış, bu anayasayı halka onaylatmış, ülkeyi yıllarca neredeyse mutlak otorite olarak tek başına yönetmiş insanları, ‘Siz niye darbe yaptınız, bu suçtu’ diyerek yargılarsanız, ceza hukukunun grileştiği bir alana taşımış olursunuz yargılamayı.
‘Neden darbe yaptınız’ diye açılan bir davada, son kertede darbeyi yapmanın meşru olup olmadığı, giderek de o darbecileri yargılayan hukukun meşruiyet kaynağı tartışılır hale gelir. Nitekim sanık savunmaları bu yönde.
Ama atılı suç ‘insanlığa karşı suç işlemek’ olsaydı, bu meşruiyet tartışmalarının hiç yeri olmazdı davada. O zaman, demokrasiye karşı darbeyi de yargılayabilirdik, o darbecilerin yol verdiği işkenceleri de, idam kararlarını da, gözaltında kaybolanları da, yolsuzluk iddialarını da, her şeyi ama herşeyi yargılamanın konusu yapabilirdik.
12 Eylül olduğunda hapse atılan MHP’liler, ‘Kendimiz içerdeyiz fikirlerimiz iktidarda’ demişti.
Bugün de Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya, ‘Biz yargılanıyoruz ama bizi yargılayanlar bizim yarattığımız sistemin örnek çocukları’ diye düşünüyorlar.
Pek çok kişiye göre, 12 Eylül’ün yargılanması, sonuç alıcı olmaktan çok sembolik özelliğiyle önemli.
Hayır. Ceza yargılaması sembolik değildir ve olmamalıdır.
Kimi yargılarsak yargılayalım, somut bir suç için ve o suçun delilleri gereğince yargılamalıyız.
12 Eylül darbecilerine dava açmış olmak pek çok kişi için ‘yeterli’ gözükebilir ama benim için değil. O davadan mahkumiyet kararı da çıkabilmeli.
12 Eylül’ün darbecileri ancak mahkum olduklarında vicdanlar rahat eder, sanık sandalyelerine oturmuş olmaları yetmez!
Başbakan güzel söylemiş ama söylemek yetmez
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan’ın geçen hafta İstanbul’da Harp Akademileri Komutanlığı’nda kurmay subaylar ve komutanlara hitaben yaptığı konuşmanın metninin bazı bölümleri açıklandı.
Bu bölümlerden birinde Başbakan, karşısındaki onu dinleyen Türk Silahlı Kuvvetleri’nin gelecekteki ve bugünkü komutanlarına, darbe yapmanın ne kadar kötü bir şey olduğunu anlatıyor.
Başbakan doğru söylüyor. Askeri darbelerin hiçbiri ama hiçbiri bu ülkede halkın refahının artırmadı. Türkiye, hiçbir darbe döneminde, en kötü en işlemeyen demokrasi dönemindeki kadar bile kalkınamadı.
Bu gerçeğin her yerde her fırsatta söylenmesi iyi bir şey ama bir noktadan itibaren de darbe korkusuyla sürekli geçmişte yaşamaktan kurtulmalıyız.
Türkiye’ye artık darbelerin geçmişte kaldığı, kötü niyetli insanlar, gruplar veya cuntaların darbeye niyetlenseler bile bunu yapabilecekleri bir ortamın artık olmadığı anlatılabilmeli.
Ve daha önemlisi, demokrasinin hukuken güçlendirilmesine, demokratik kontrol ve dengeleme mekanizmalarının güçlendirilmesine ağırlık verilerek geçmişin ağırlığından kurtulabileceğimizi artık idrak etmemiz gerekiyor.
Başbakan doğru söylüyor ama eksik bırakıyor: Bu ülkede bir daha darbe olamaz.
Oldurtmamanın yolu, demokrasiyi güçlendirmek.
Doğalgaz zammı elektrik zammı
HAFTASONUNDA doğal gaza yüzde 18.7, elektriğe ise yüzde 8 zam yapıldı.
Türkiye, dünyanın en büyük 16’ncı ekonomisi olmakla ve piyasa ekonomisi uygulamakla çok övünüyor ama temel enerji fiyatları hâlâ devlet tarafından doğrudan belirleniyor.
Enerji Bakanı Taner Yıldız’ın söylediğine göre doğalgaz zammı kış bitsin diye bir süre beklemiş, bu dönemde de zararına fiyatla doğal gaz satılmış.
Aslında, popülist kaygılarla, yani vatandaş zammı altı-sekiz ay gecikmeli hissetsin diye bir malın fiyatına sübvansiyon yapmanın piyasa ekonomisiyle hiçbir ilgisi yok. Türkiye enerji sektöründe devlet kontrollu bir ekonomi içinde.
Böyle olduğu için de hesabı devletten, yani hükümetten sormalıyız.
Bizim doğalgaz ithalatımızın ezici bir çoğunluğu elektrik üretimi için yapılıyor. Yani aslında dolaylı yoldan elektrik ithal ediyoruz.
Elektrik üretimimizi bir türlü kaynak zenginliğine ulaştıramıyoruz, fiyatları bir türlü düşüremiyoruz. Alternatif enerji kaynakları konusunda ne doğru dürüst bir stratejimiz var ne de eylem planımız.
Oysa, enerji konusunda uzun dönemli hedeflerimiz ve bizi bu hedeflere ulaştıracak stratejilerimiz olması lazım.
Keşke bu son ikiz zam bir ders olsa ve biran önce kamuya açık bir tartışmayla enerji stratejilerimizi konuşmaya başlasak. Dünya aldı başını gidiyor çünkü.
Paylaş