Paylaş
Evet, demokrasi taleplerinden, özgürlük, eşitlik taleplerinden söz ediyorum.
Esasında cini şişeden çıkaranlar, AK Parti ve çevresi oldu.
Seçim kazanmışlardı, kısıtlılıklarının sona ermesini istiyorlardı doğal olarak.
Vesayet sistemi adım adım geriletildi. İktidar kullanımı üzerindeki resmi gayrıresmi kısıtlamalar kalktı.
Kalktı ama demokrasi gelmiş olmadı. Gelen fiili durumdu. AK Parti’nin seçim kazandıktan sonra iktidar da kullanabilir hale gelmesi, gelecekte de seçim kazanacak partilerin iktidar olacağı anlamına gelmiyor henüz.
AK Parti, iktidara tam sahip çıkmaya çalışırken kuvvetli bir demokrasi söylemini dile getiriyordu. O sayede ve o nedenle ciddi bir koalisyon da oluştu bu partinin etrafında.
Bugün o koalisyonun dağılmış gibi gözükmesinin başlıca nedeni, AK Parti’nin iktidarı elde ederken kullandığı söylemden bir ölçüde caymış olması ama en önemlisi topluma vaatettiği yeni anayasadan uzak duruyor olması.
Türkiye maalesef yarı demokrasi hatta yarı otoriter bir rejim olduğunu açıkça sergiler davranışlara tanık oluyor son haftalarda. Son olarak öğretmenlerin gazla suyla copla gördükleri muamele, basit bir protesto hakkının kullanılamayışı gerçekten çok vahim.
Ama dediğim gibi cin şişeden çıktı. Demokrasi talepleri artık Ak Parti’den çok daha geniş kesimlerce dile getiriliyor.
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği öncülüğünde çok sayıda sivil toplum örgütü tarafından düzenlenen ve TBMM’nin de katılımıyla her haftasonu bir başka şehirde yapılan ‘Türkiye Konuşuyor’ toplantıları, siyasete bir şeyler öğretmeli.
Gidilen her şehirden ve katılan her kesimden özgürlük talebi yükseliyor. Ve bu toplantılarda görüyoruz, vatandaşlar özgürlükleri sağlama konusunda Meclis’teki partilerden kat be kat ileride, kat ve kat daha cesur.
Özgürlük ve eşitlik talebi, gerçekten şişesinden çıkmış bir cin artık. Onu yeniden o şişeye sokmaya imkan yok.
Demokrasi isteği, özgürlük isteği, eşitlik isteği daha ne kadar ertelenebilir sanıyorsunuz?
Polis copuyla, gazıyla, tazyikli suyuyla
birkaç gün kazanılır belki ama ilanihaye bu böyle sürmez.
Adı konmamış bir 90’lı yıllar mı yaşadığımız?
ÖZGÜRLÜKLER üzerindeki baskıların artması, mahkeme haberlerine gazetelerde ayrılan yerin sayfalardan taşması benim için 90’lı yıllar demek.
O yıllarda bilmiyorum kaç ayrı davadan yargılandım, kaç mahkumiyet aldım. Bir sefer hapse girmenin kenarına kadar gelmiştim, son dakikada çıkan yeni bir yasayla kurtuldum.
Ben önemsiz bir örneğim. Bugün 1 aylık kapatma cezasının kenarından dönen Özgür Gündem gazetesi defalarca kapandı o yıllarda. Kapanması yetmedi, Susurlukçular gazete idarehanesini bombaladı.
Her hafta birkaç tane siyasi cinayet işleniyordu. Faili meçhuller yıllarıydı o yıllar.
Kürt sorununun şiddet boyutu tırmandıkça tırmanıyor, bu şiddet sarmalında kirlenmeyen hiçbir şey kalmıyordu.
Koca Yaşar Kemal’i Alman Der Spiegel dergisine yazdığı bir yazıdan ötürü hapse atıyorduk az kalsın.
Ah evet, hükümeti protesto etmek de yasaktı o yıllarda. Hoş, ha bire hükümet değiştiği için protesto edecek bir şey bulmak da zordu ama yine işçiler öğrenciler Kürtler kendi paylarına düştüğü kadar cop darbesini ve tazyikli suyu alıyorlardı. Biber gazı da var mıydı o yıllarda?
O zaman da bir demokrasi ve özgürlük özlemiyle doluyduk. 1995’te gümrük birliğine girilecek olması, bir nebze olsun nefes aldırmıştı ifade özgürlüğü kısıtlaması nedeniyle hapiste olanlara.
Ama 90’lı yıllarla bugün arasında çok önemli, çok tayin edici bir fark var:
O zamanlar çok daha fakirdik, meydanlara çıkıp demokrasi veya insan hakları talep edenler toplum çoğunluğunca ‘marjinal’ görünen insanlardı.
Bugün öyle değil. Demokrasi ve özgürlük talebi yediden yetmiş yediye herkesin talebi.
Özellikle de Anadolulu orta sınıfların.
Fatih’in defterlerinin hatırlattığı
BUNDAN yedi yıl önce, 2005 başında Londra’da bir büyük sergi açılmıştı, ‘Türkler: 600-1600 Bin Yıllık Serüven’ adını taşıyan.
Sergilenen eserler arasında bir defter ilgimi çekmişti. Evet defter.
Bu defter, ‘Çelebi Mehmet’e, yani geleceğin Fatih Sultan Mehmet’ine aitti. Çizimler, yazı denemeleri vs içeren bu defteri yazmıştım o zaman.
Şimdi anladığım YeniAktüel dergisi bu defterleri bir kez daha keşfetmiş, haber yapmış.
Yapsınlar elbette. Dün bu konunun geyiği sosyal medyada yapılınca benim de haberim oldu ve yeniden yedi yıl önceki düşüncelerime geri döndüm.
Fatih Sultan Mehmet’e ait defterleri zamanında Sultan Abdülhamid bulmuş, ciltlettirmiş ve Yıldız Sarayı kütüphanesine koydurmuş.
Bizler, tarihiyle övünmeyi çok seven bir millet olmamıza rağmen, o tarihin önemli figürlerinin özel eşyalarını, yazışmalarını, hatta el yazılarını pek bilmeyiz. Böyle şeyler bize de gösterilmez zaten.
Oysa ne güzel olurdu, Kanuni’nin mesela Hürrem’e yazdığı aşk mektuplarının orijinalleri sergilense, tıpkı basımları yapılsa. Yavuz Sultan Selim’in mücevher tasarımlarını çiziktirdiği eskiz defterlerini görsek. Sultan Abdül-hamid’in çok geniş olduğu söylenen polisiye kütüphanesini gezebilsek.
Osmanlı padişahları da birer insandı. Onların gündelik yaşantılarına bir kenarından değen şeyleri görebilsek keşke. Acaba arşivlere, saray depolarına bu gözle bakılmış mıdır hiç?
Paylaş