Paylaş
- Aynı günlerde bir komşusu ise onu, çevredeki bir futbol sahasında namaz kılarken görmüş.
Fransa’da, 11 Eylül’e benzer bir travma yaratan asker ve Yahudi cinayetlerinin katili Muhammed Merah ilginç bir kişilik.
* * *
- Beş çocuklu bir ailede büyümüş. Cezayir göçmeni.
- Anne çalışmıyor, baba hapiste. Aile RIM, yani asgari geçim yardımı alıyor.
- 2007 ile 2009 arasında 18 adi suçtan içeri alınmış.
- Cezaevinde Korsikalı mahkûmların getir götür işlerini yapıyormuş.
- Hayatını, “İslamcı bir fanatik” olarak bitirdi, ama bir süre önce lejyoner olmak için Fransız ordusuna başvurmuş ve reddedilmiş.
- Aklı fikri silah kullanmakta.
- Bir de motosiklet merakı var. 24 Şubat günü ehliyetsiz motosiklet kullanırken kaza yapmış ve gözaltına alınmış.
* * *
Son bir haftadır hakkında yazılan profillere bakıyorum.
Öyle belirgin bir kız arkadaşı yok.
- Arkadaşlarının ortak görüşü şu:
“Öyle ciddiye alınacak biri değil. Tipik bir haylaz.”
- İstikrarlı bir karakteri yok. Saçını bir uzatıyor, bir kesiyor.
Ama herkesin birleştiği nokta şu: Cezaevinden bir fanatik olarak çıkıyor.
Çünkü Fransız cezaevleri giderek 12 Eylül’ün Diyarbakır Cezaevi’ne dönüyor.
Endoktrinasyon orada veriliyor.
Son ruh hali nedir diye sorarsanız, bunu en iyi anlatan şey, evinde kendisini sıkıştıran Fransız polisine kapı aralığından söylediği şu söz:
“Fransa’yı dize getirdiğim için kendimle gurur duyuyorum”.
Zaten, ilişkide bulunduğu İslami
örgütlerden birinin adı da “Haysiyet Şövalyeleri...”
* * *
Al bu profili, Hrant Dink’i katleden kişinin üzerine koy, neredeyse tıpatıp aynı.
O da eline tutuşturulan Türk bayrağı ile gurur pozu vermiş, verdirilmişti.
İster derin devletle ilişkili deyin, ister “yalnız kurt”; böyle birçok katil ve mutasavver katil aramızda dolaşıyor.
İster milliyetçi, ister İslamcı iklim...
İster derin devlet, ister arkadaş çevresi...
Okey masası çocukları kalabalığı bütün dünyada tehlikeli şekilde büyüyor...
Bu sosyal psikolojik gerçekleri hafifletici bir neden olarak görebilir miyiz? Tabii ki hayır.
Ama bu gerçeği fark etmeden de bu sorunları çözemeyiz.
O HABERİ OKUYUNCA SAYFİYE FİLMİNİ HATIRLADIM
NE zaman bir müzisyenin başına bir hal gelse, içim sızlıyor.
Dün Grup Yorum’un üyesi Seçkin Aydoğan’ın saldırıya uğradığı haberini okurken de bu duyguyu yaşadım.
Tekirdağ 1 Numaralı F Tipi Cezaevi’nde saldırıya uğramış ve arkadaşlarının ifadesi ile ağır yaralanmış.
Bu haberi okurken gerilere, 1973 yılına gittim.
Bütün hayatım boyunca beni en çok etkileyen filmlerden birini o yıl seyretmiştim. İtalyan Marco Leto’nun “Villaggiatura” (Sayfiye) adlı filmiydi.
Mussolini döneminde, komünist diye içeri alınan bazı aydınların, bir adadaki cezaevine gönderilişi anlatılıyordu.
Cezaevinin başında klasik müzik hastası bir müdür vardı. O adaya sürgüne gönderilen bir profesörle ilişkilerini anlatıyordu film.
Filmden aklımda kalan en çarpıcı sahnelerden biri, bir komünistin cezaevinde saldırıya uğrayarak öldürülüşüydü.
Cezaevi yönetimi, bir komünist tutukludan kurtulmak istediği zaman onu, adi tutukluların koğuşuna gönderiyordu.
Tutuklu oraya girince de, cezaevi müdürüyle işbirliği yapan adi suçluların saldırısına uğruyordu.
Tekirdağ’daki olayın ayrıntılarını bilmiyorum.
O nedenle bir yorum yapmak istemiyorum.
Ama bu olay bana o olağanüstü etkileyici filmi hatırlattı.
* * *
Yıllar önce de yazmıştım.
Grup Yorum’un şarkılarını ve müziğini çok severim.
Ama şarkı sözleri bana biraz katı ve ideolojik geliyor.
Bu söylediğimin hiçbir anlamı da yok. Başka grupların salonları bile dolduramadığı şu günlerde statlara 20-25 bin kişiyi dolduruyor.
Seçkin Aydoğan’a geçmiş olsun diyorum.
Dün sırf onun için “Bir Görüş Kabininde” şarkısını dinledim.
“Şaçlarının beyazına mı
sakladın alevini
Yoksa güneş sende mi batıyor
Batıyor geceleri...”
* * *
Bu defa sözlerini de sevdim...
Paylaş