Paylaş
Doğrudur, olağanüstü bir dönemdi...
Ama bize söylenmeyen, unutturulmak istenen bir başka gerçek daha var.
28 Şubat’ın uygulama kararları altında, bugünkü cumhurbaşkanının da imzası var.
Sadece onun değil, o dönemin başbakanının, bakanlarının hepsinin ıslak imzası var.
Bakanlar Kurulu kararı var.
Bu sözleri sarf ederken, o dönemi yargılarken, bu “sorumlulukları” hangi gerekçelerle es geçtiğimizi de tarihin sayfalarına yazmalıyız.
“Korkuyla mı...”
Yoksa, “Ne pahasına olursa olsun iktidarda kalabilme” duygusuyla mı?
* * *
Şimdi intikam tamtamları çalınıyor.
Bu tamtamları işittikçe, 12 Mart döneminde 3 gencin asıldığı kararı onaylayan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde haykırılan sözler kulaklarımda çınlıyor.
“Onlar 3 aldı, biz de 3 alıyoruz...”
Yani rahmetli Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın intikamı alınıyordu.
Bu intikam Türkiye’ye yakıştı mı?
O intikamı almak Türkiye’ye yarar mı yoksa zarar mı verdi?
Bu intikamı, o dönemin “muhafazakâr” seçilmişleri onaylamıştı. Onlar orada hâlâ “milli iradeyi” temsil ediyorlardı.
Bu akılla, bu duyguyla “intikamı milli irade almıştı”.
Peki 28 Şubat kararlarına o ıslak imzaları kim attı?
Milli irade değil mi...
Değildiyse niye, bir sonraki seçime kadar orada oturdular?
* * *
Geçenlerde “Mad Man ve Felsefe” isimli kitabı okurken, Nietzsche’nin bugüne kadar hiç okumadığım bazı cümlelerine rastladım.
Kitabın o bölümünü, intikam duygusuyla yatıp, kin duygusuyla uyananların dikkatine sunuyorum.
“Nietzsche, zamana aykırı bakışların, tarihin, yaşam için yararı ve yararsızlığı üzerine başlıklı ikinci makalesinde tarihin ve hatıraların koşulsuz olarak iyi olduğu fikrine karşı çıkar.
Yaşayanlar için zararlı ve nihayetinde ölümcül olan bir uykusuzluk, uzun uzadıya düşünme, tarihten algı derecesi mevcuttur. Çok fazla tarih, çok fazla hatırlama eninde sonunda bugünü ve geleceği yok eder.
Gereğinden çok hatırladığımızda geçmişlerimiz bize engel teşkil eder.
Gelecek yok olur ve şimdiyse ancak hatıralarımıza sürekli bir gönderme ile var olur. Oysaki geçmiş Nietzsche’ye göre bugüne ve geleceğe hizmet ettiği ölçüde, yaşama hizmet ettiği ölçüde bir değere sahiptir.
Geçmiş ve hatırası, bireyin sağlığını ve gücünü sürekli tehdit eden bir şey olarak belirir.”
* * *
Diyeceğim;
Geçmişle hesaplaşalım...
Hesaplaşalım ama onu kindar ve adaletsiz bir intikama dönüştürürsek, bugünü ve yarını da kaybederiz.
İntikam, intikamın gıdasıdır.
Her intikam, alanı küçültür, alınanı büyütür.
Rod Carveth-James B.South: “Mad Man ve Felsefe”, Çev. Dilek Yücel, MediaCat Yayınları.
AHMET ŞIK’IN ÖFKESİNİ NASIL YORUMLAMALIYIZ
AHMET Şık’ın cezaevinden çıkarken söylediği öfkeli sözleri anlatırken, “Bu sözlerin ilerde bugün yapılanlardan hesap sormanın nakaratı haline dönüşebileceğine” dikkati çekmiştim.
Genç bir yazar, bu sözleri, ilerde benim de intikam duyguları taşıyacağım şeklinde yorumlamış.
- Bakın genç arkadaşım;
Ben polemiği sevmem.
Ama öyle bir bam telime dokunmuşsunuz ki; cevap veremeden duramadım.
- Yaşınız henüz genç, beni yeterince tanımıyorsunuz ve iktidar duygusu gözlerinizi ziyadesiyle kamaştırmış.
- Ben 2 darbe, 2 ara dönem yaşadım.
Şimdi de bir başkasını yaşıyorum.
Size sadece şunları söyleyebilirim.
- Allah bana bazı insani zaafları ziyadesiyle vermiş. Ama bir duygu var ki, ondan zerre kadar nasibimi alamamışım.
O da “öfke taşımak”, “intikam almak” duygusudur
- İntikam uzun vadeli bir duygudur. Pusucu bir duygudur. Sinsice sırasını bekleme duygusudur.
Bense hayatım boyunca hiçbir öfkeyi 3 aydan fazla taşımadım, taşıyamadım.
- Bazıları bunu “saflık” olarak niteliyor. Bense karakterimin bu tarafı için Allah’a hep şükrediyorum.
- O sözleri hangi gözlükle, hangi duyguyla, hangi mantıkla, “intikam alma” duygusu olarak nitelediğinizi bilemiyorum.
- Bir kere daha tekrarlayayım. Şunu söylemek istedim: “Böyle adaletsizlikler, böyle muameleler devam ederse, Silivri Cezaevi’ndeki insanların bir bölümünde bir zamanlar Diyarbakır Cezaevi’nde doğan duygular oluşur.”
- Bakın Nedim Şener neler anlattı. Hepimiz ağladık. Bunlar kapanmayacak yaralar açar. Bunu söylemek istedim.
- Beni okyanus ötesinde bir yerlere ihbar etmeye çalıştığınız belli oluyor. Yazımda ondan hiç söz etmemiştim.
Ama belli ki, Ahmet Şık’ın şikâyet ettiği insanların arkasında onun bulunduğu tezini siz de kabul etmişsiniz.
Bense sizin kadar emin değilim.
- Oradaki insana gelince. (Saygısızlıktan değil. Yazımda aklımdan bile geçmediği, dolayısıyla ismini hiç anmadığım için burada da anmıyorum.)
O beni iyi tanır. 20 yıl önce İzmir’in Karabağlar semtindeki o evde sohbet ettiğimiz günlerden beri tanır. Yani en azından sizden daha iyi tanır.
Allah duygusu olduğu için de kimin ne olduğunu iyi bilir.
- Size bir tavsiyem falan yok, söyleyeceğim bir şey var.
Ben intikam kelimesini sevmem, intikam duygusuyla yaşayanları ise hiç sevmem.
İlerde başka bazıları da bugünden intikam almaya kalkarsa, biliniz ki karşılarına ilk dikilenlerden biri ben olurum.
Tabii Allah ömür verirse.
Vermezse de bu yazımız bir taahhütname olarak kalır...
Paylaş