28 Şubat 15’inci yıl anma törenleri bütün hızıyla devam ediyor.
Farkında mısınız her şey konuşuldu, ama bir şeye hiç değinilmedi. “28 Şubat” ismi nereden geliyor? Bugün 15-20 yaşında, hatta 25 yaşında bir çocuğa sorun bakalım. “28 Şubat adı nereden geliyor?” Sahi nereden geliyor arkadaşlar? * * * Biliyorum, hatırlamak işinize gelmiyor, hatırlatmak ise hiç gelmiyor. Ben hatırlatayım. Genç arkadaşlar; Tarihimize “28 Şubat” diye geçen dönemin ismi, 28 Şubat 1997 günü, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile kurulmuş, Milli Güvenlik Kurulu’nun o gün yaptığı toplantıda alınan kararlar nedeniyle konulmuştur. Yani bugün, önce “postmodern” darbe olarak nitelenen, sonra 15’nci yılında postmoderni atılarak sadece “darbe” haline getirilen siyasal olayın adı o gün konmuştur. - Anayasa ile kurulan MGK’nın başkanı, bu ülkenin, Meclis tarafından seçilen Cumhurbaşkanı’dır. - Üyeleri arasında seçimle gelen başbakan ve bazı bakanlar ile, ordunun üst düzey bazı komutanları bulunur. Peki o gün bu kararları alan MGK’nın bugünkü durumu nedir? Aynı anayasal kurum olarak görevini devam ettirmektedir. Daha geçen hafta Milli Eğitim Bakanı da toplantıya katıldı. * * * Milli Güvenlik Kurulu, o gün ülkenin kaderi ile ilgili bir dizi karar almıştır. Bu kararların altında dönemin cumhurbaşkanının, başbakanının, bazı bakanlarının ve komutanlarının “ıslak imzası” bulunmaktadır. Ayrıca Bakanlar Kurulu, bu kararlar için uygulama kararları çıkarmıştır. Bunların altında da dönemin REFAHYOL hükümetinin bütün bakanlarının imzaları bulunmaktadır. O ıslak imzalar arasında bugünün cumhurbaşkanının da imzası vardır. Şimdi soruyorum. Bugün birer suç olarak sunulan o kararların altındaki ıslak imzalar ne olacaktır? Adli Tıp’a veya TÜBİTAK’a gönderilip sahte raporu mu alınacak? Bu imzaları atanlardan hiç hesap sorulmayacak ama bunları haber yapanlardan, bunlar hakkında yazı yazanlardan, o günlerde askerlerin düzenlediği brifinglerde söylenenleri haber yapanlardan hesap sorulacak? Tarihle böyle mi yüzleşiliyor? * * * O ıslak imzaları savunanlara şunu söyleyeyim. Sakın bana, “Bu imzaları baskı altında korkup attık” demeyin. Sakın ha... Hemen size Başbakan Tayyip Erdoğan’ı örnek gösteririm. O, 27 Nisan’da hiçbir şeye imza atmadı. Ama suratınıza çok daha ağır bir şeyi çarparım. Siz o korku bahanesine sığınırsanız, bugün birileri de çıkıp size şunu söyler: “Kardeşim, siz elinde polisi olan hükümet üyeleri, o gün korkup da imza attıysanız; ben de gazeteci olarak korktuğum için yazdım.” Hınzır ya; durmaz bir de devam eder: “Bugün nasıl korkup yazamıyorsam, o gün ben de başbakan gibi korkup yazmak zorunda kaldım.” Beni mi soruyorsunuz? Merak etmeyin, ben bunu söyleyecek, ıslak imzamı inkâr edecek kadar kişiliksiz değilim. 12 Eylül darbesinden önce ve sonra, askerle kucak kucağa dans edip, her türlü ayıbı yaptıktan sonra, şimdi recm için sıranın en önüne geçenlerden de değilim. * * * Eğer bir hesaplaşmaysa, bunu mertçe yapalım. Toptan yapalım. Aç ve açıkta kalan olmasın. - Kim 28 Mayıs 1960 sabahı neler yazmış? Kim 12 Mart’ta şu solcudur, bu sağcıdır diye, genç insanları, sendikacıları, siyasetçileri gammazlamış? - Kim o günlerde asılan çocukların arkasından zil takıp çalmış? - Kim Kahramanmaraş olayları sırasında ne manşetler atmış, neler yazmış? - Kim, hangi korkak, beceriksiz ve sorumsuz siyasetçi, 12 Eylül’e giden günlerde sokağı üç beş militanın insafsızlığına terk etmiş? - Kim ertesi gün tankları hasretle kucaklamış, kim, başyazılardan askere hoş geldin güzellemeleri yazmış, paşaları evlerinde ağırlamış, onlar bir istemişse, beş yıldızlı meşruiyet vermiş. - Kim Sivas katliamı için ne bahaneler uydurmuş, neler demiş, neler yazmış? * * * Eğer içimizde mertlik denen insan karakterinin zerresi kalmışsa; herkes mazisindeki ıslak imzasına sahip çıksın. “Cambaza bak” diyerek kendi mazisini örtmeye çalışan ıslak imza sahtekârlarını biz biliyoruz. Nasılsa bugünler geçer, bir gün herkes bilir.