Paylaş
Türkiye, AB’ye tam üyeliğinin engellenmesi için hiçbir fırsatı kaçırmayan Fransa Cumhurbaşkanı Nicholas Sarkozy’ye, talihin bir cilvesi olarak Paris’te kendi sahasında siyasi kariyerinin en önemli yenilgilerinden birini yaşatmıştır.
BÜYÜKELÇİNİN MESAİSİNE ÖVGÜ
Türkiye’nin başarısının ilk aşaması aslında ocak ayının sonunda yasanın iptali için Anayasa Konseyi’nin devreye girmesi sağlanarak sergilenmişti.
Kabul edelim ki, geçen aralık ayında Ulusal Meclis’ten geçen yasa ocak ayında da Fransız parlamentosunun ikinci durağı Senato’da kabul edilip kesinleştiğinde, pek çok gözlemci, Türkiye’nin Konsey’in harekete geçmesini sağlayacak yeterli imzayı toplayabileceğine şüpheyle bakıyordu.
İptal başvurusunun işleme konabilmesi için Senato kanadında 60 ya da Ulusal Meclis cephesinde yine aynı sayıda milletvekilinin imza atması gerekiyordu.
Bu noktada herkesi şaşırtan bir gelişmeyle dilekçeye imza atan senatörlerin sayısı 60 eşiğini de aşarak 77’ye çıktı. Ulusal Meclis cephesinde ise 65 parlamenter imza attı.
Aslında mekanizmanın işlemesi açısından parlamentonun tek bir kanadından gelecek bir başvuru yeterliydi. Ancak her iki kanattan da girişim yapılması, kuşkusuz iptal başvurusunun ağırlığını artırmıştır.
Ayrıca Senato’daki oylamadan sonra Türkiye’nin soğukkanlı bir üsluba yönelerek tepkisini kontrollü bir çizgide tutması, başvurunun altyapısı hazırlanırken Fransız parlamenterlerin kazanılması yönündeki çabayı kolaylaştırmıştır.
Bu sonucun alınmasında Dışişleri Bakanlığı’nın yürüttüğü çalışmaların ve özellikle de Paris Büyükelçisi Tahsin Burcuoğlu’nun sergilediği istisnai mesainin hakkı teslim edilmelidir.
AVRUPA İLE MUHTEMEL YOL KAZASI ÖNLENDİ
Anayasa Konseyi’nin bu kararı Türkiye ile Fransa arasındaki ilişkilerde çok büyük hasara yol açabilecek bir kötüye gidişin önünü kesmiştir. Yasanın olumsuz etkileri ikili düzeyle sınırlı kalmayacak, Türkiye’nin Avrupa ile ilişkilerini ve AB perspektifini sürekli bir şekilde zehirleyecek, kamuoyunda Batı aleyhtarlığını, içe kapanmacı eğilimleri körükleyecekti.
Konsey yasayı iptal etmeseydi, muhtemelen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) kadar uzanacak ve çok uzun yıllar Türkiye’nin enerjisini tüketecek bir hukuk savaşının verilmesi de gerekecekti.
“Soykırımı inkâr” yasasının AİHM’ye gitmesi, Avrupa’da ifade özgürlüğünün sınırlarının bir kez daha tanımlanmasına yol açabilirdi. Fransız siyasetçileri ve aydınları arasında 1915’teki olayların “soykırım” olduğuna inanan pek çok nüfuzlu ismin de yasaya itirazının gerisinde, tarihi olayların tartışılmasını yasaklayarak ifade özgürlüğünün sınırlarını daralttığı eleştirisi yer alıyordu.
Yasanın yürürlüğe girmeden ömrünü tamamlamış olması, bu yönüyle ifade özgürlüğüyle ilgili Fransa’da başlamış olan, Avrupa’ya da yayılması muhtemel görünen tartışmayı da gündemden düşürecektir.
ÇOĞUNLUK İRADESİ ÖNEMLİ AMA...
Bu yasanın iptal edilişi, süreci izleyenler açısından Fransa’da kuvvetler ayrılığının, sistem içindeki kontrol ve dengeleme mekanizmalarının ne kadar kuvvetli olduğunu çarpıcı bir şekilde göstermiştir.
Fransa Anayasa Konseyi, kendi ulusal parlamentosunun kabul ettiği bir yasayı Anayasa’ya aykırı bulup iptal edebilmiştir. Yüksek yargı, Fransa Cumhurbaşkanı Nicholas Sarkozy’nin büyük önem atfettiği, ayrıca en büyük rakibi Sosyalist François Hollande’ın da destek verdiği bir siyasi hamleyi tersyüz etmiştir.
Gelgelelim gerek iptal başvurusu işleme alındığında, gerek bu karar açıklandığında Fransa’da yer yerinden oynamamış, hükümet ile yüksek yargı arasında bir kriz patlak vermemiş, olay anayasal sistemin işleyişi içinde doğal bir gelişme olarak karşılanmıştır.
Hadisenin önemi, hukukun üstünlüğünün işlediği bir gerçek demokraside yürütmenin ve yasamanın yetki alanlarının tarafsız ve bağımsız bir yargı tarafından pekâlâ sınırlandırılabileceğini göstermiş olmasıdır.
Bu açıdan Fransız sisteminin gücünü de belgeleyen oldukça öğretici bir egzersize tanıklık etmiş olduk.
Paylaş