Paylaş
Milletvekilleri tarafından yapılan yasa tekliflerinin çok çok küçük bir azınlığı bu denli büyük bir hızla ele alınıp görüşülüyor. Sözünü ettiğim eğitimle ilgili yasa teklifi Meclis’e 20 Şubat’ta, bundan beş gün önce verildi zaten ve 23 Şubat’ta komisyonda ilk görüşmesi yapıldı bile.
Yasa teklifi gerçekten büyük sakıncalar içeriyor. Yasayı savunanların iki temel gerekçesi de aslında gerçekleri yeterince yansıtmıyor. Daha da önemlisi, yasa, Türkiye’nin bir bütün olarak özellikle de son 8-10 yıldır eğitime yaptığı yatırımların, harcadığı emeklerin, elde ettiği kazanımların önemli bir bölümünü çöpe atması sonucunu verecek bir düzenleme.
* * *
Yasayı savunanların iki temel gerekçesinden biri, 7 yaşındaki çocuklarla 14 yaşındaki çocukların aynı fiziki mekanda bulunmasının sakıncaları.
Hoş bu sakıncayı doğrulayan bilimsel herhangi bir araştırma yok, daha çok ‘Böyle olabilir’ diyen kanaatler var ama yine de bu ciddiye alınması gereken bir itiraz. Zaten bu sebeple 8 yıllık eğitimin uygulandığı bütün binalarda, ilk üç sınıf ile okulun geri kalan son 5 sınıfının fiziki mekanları ve teneffüs saatleri ayrılıyor.
Bu sakınca gerçek bir sakınca bile olsa, bunu gidermenin yegane yolu eğitimi kademelendirmek olmasa gerek.
İkinci itiraz noktası, 8 yıllık eğitimin (imam hatipler dahil) mesleki eğitime katılma yaşını geciktirmesi, bu sebeple de mesleki eğitime olan talebin azalması.
Bu da tam olarak doğru değil. Kaldı ki, 8 yıllık eğitimin genel kazanımları yanında, kaybedilen şey, açıkçası feda edilebilir bir şey.
Yine de bu konu üzerinde durmak lazım: 4 yıllık kademe gerçekleşecek olursa, 11 yaşındaki çocukların meslek lisesi seçmesi beklenecek. Bu da çok erken değil mi? Çıraklık yaşı otomatik olarak düşecek. Çocuk emeğini önleme çabaları ne oldu?
* * *
Öte yandan, ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın kendisine sık sık gelen ‘İnsani gelişmişlik endeksinde neden bir türlü yükselemiyoruz’ sorusuna verdiği yanıtı herkes düşünmeli. Babacan, haklı olarak 25 yaş üzeri nüfusumuzun eğitim süresinin kısalığından (ortalama 6.5 yıl) söz ederek, bütün diğer göstergeler düzelse bile bu göstergenin düzelmesinin çok uzun zaman alacağını anlatıyor. Bu gösterge düzelmedikçe, yani bugünün çocukları 25 yaşını geçmedikçe ortalama eğitim süremiz uzamayacak, insani gelişmişlik endeksinde de hep geri sıralarda kalmaya devam edeceğiz.
Oysa bu yasa çıkarsa, korkarım insani gelişmişlik endeksinde geride kalmaya devam etmemiz kaçınılmaz hale gelecek; çünkü ortalama eğitim süremiz yeniden kısalmaya başlayacak; ilköğretimin ilk kademesi olan 4 yıldan sonra okulu terkler artacak. Çünkü okulu terk diye bir imkan olacak.
Din eğitimini adam etmek dururken...
NEREDEYSE ben de ikna olacağım, bu yasa 28 Şubat döneminde imam hatip liselerine vurulan darbenin rövanşı için mi çıkarılıyor acaba? Çünkü, yasa teklifinin neden geldiğini akıl mantık içinde anlamaya gerçekten imkan yok.
İmam hatip liselerine darbeyi 8 yıllık eğitim mi vurdu, katsayı mı?
Bence tartışmalı bir konu. Sanırım esas darbe katsayıdan geldi; katsayı sorunu olmasa imam hatipler hâlâ ilgi çekici okullar olmaya devam ederdi. Nitekim katsayı sorunu halledildikten sonra imam hatiplere yine yüksek bir yöneliş olduğu bazı öncü rakamlardan gözüküyor.
Ama diyelim ki yasa teklifini verenler 8 yıllık eğitimin de bu darbeyi kuvvetlendirdiğini düşünüyor.
Öyle bile olsa, bu sorunu çözmenin yolu, yeniden imam hatipleri eski altın günlerine döndürmek midir, yoksa imam hatip liseleri gibi bir yan yolun icat edilmesine neden olan ana sorunu, yani örgün eğitim kurumlarında din eğitimi sorununu çözmek midir?
Bence fırsat ele geçmişken din eğitimi sorunu çözülebilir; imam hatip liseleri böylece önemsizleştirilebilir.
Halktan gelen böyle yüksek bir din eğitimi talebi varsa, Milli Eğitim’in yapması gereken en azından lise seviyesinde (ama eğer uzmanlar uygun görüyorsa 8 yıllık ilköğretimin son iki senesinde de) okul saatleri dışında ama okulda din eğitimi sertifika programları açmaktır. Bence bu programlar Diyanet İşleri Başkanlığı ile ortaklaşa ve Diyanet’in görevlilerince yürütülebilir.
Böylece öğrencilerin normal eğitimleri aksamazken bir yandan da bu yardımcı din eğitimi programları sayesinde bir veya daha fazla sertifika sahibi olmaları da sağlanabilir. Bu sertifikalar İlahiyat Fakülteleri’ne girişte bir imtiyaz da yaratabilir.
Aziz Yıldırım beni ikna etti
FUTBOLDA şike iddianamesini dikkatle ve baştan sona okumuş biri olarak Aziz Yıldırım’ın savunmasını da merakla bekliyordum. Nihayet merakım giderildi, önceki gün Fenerbahçe Başkanı’nın savunmasının tam metnini okudum. Sadece okumakla yetinmedim, iddianameyle de karşılaştırdım.
Peşinen söyleyeyim, Aziz Yıldırım’ın savunması sahiden iyi hazırlanmış ve savcının iddianamesine yazdığı ve hatta iddia edeceğini duyurup sonradan etmediği konuların tümünü kapsayan, son derece mantıklı bir savunma.
Siz bakmayın gazetelere yansıyan ‘Fenerbahçe Atatürkçü olduğu için hedef seçildi’ benzeri sözlere, onlar işin süsü. Savunmanın esası somut suçlamalara somut cevaplar vermek şeklinde.
Onlarca örnek var, onlardan bir seçme yapmaya bile bu köşenin sınırları elvermez, ama şunu söylemeliyim: Yıldırım, kendisine yönelik doğrudan veya dolaylı hiçbir suçlamayı cevapsız bırakmıyor, cevaplarını da hamasetle değil gayet somut örneklerle veriyor.
Tabii bu örekler arasında ister istemez batıl inanca dayalı, futbol dünyasında ‘totem’ diye anılan örnekler de yok değil. Polis veya savcılık bu totem işini yanlış anlayınca olanlar oluyor zaten.
Benim çok ilgimi çeken örnek, Aziz Yıldırım’ın son 10 yıldır bütün Fenerbahçe maçlarında aynı ayakkabıyı giymiş olması.
Allah’tan o ayakkabı her zaman uğurlu gelmemiş, yoksa Fenerbahçe her maçını kazanır, her sene şampiyon olurdu!
Paylaş