DDK’ya göre Dink’i kim öldürdü?

Derin devlet mi yoksa...

DEVLET Denetleme Kurumu’nun Hrant Dink cinayetiyle ilgili olarak hazırladığı raporun en ilginç yönlerinden biri, olayın niteliği üzerinde kamuoyunda yürümekte olan tartışmaya da girmiş olması.

Dink cinayetiyle ilgili basında ve kamuoyunda başlıca iki görüş var. Bunlardan birincisi, bu cinayetin pekâlâ bir grup fanatik milliyetçi gencin kendi başlarına gerçekleştirdiği münferit bir hadise olabileceği tezini esas alıyor.

Geçen ay Yasin Hayal’i mahkûm ederken, cinayette bir örgütün varlığına rastlanmadığını belirten İstanbul’daki mahkemenin kararı, bu tezi güçlendiriyor. Ancak 14’üncü Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararı kamuoyunun önemli bir kesiminde tepkiyle karşılanıyor.

İkinci görüş, cinayetin doğrudan “derin devlet” tarafından organize edilmiş bir operasyon olduğu kabulünden yola çıkıyor. Bu teze, mutlak kesinlik atfeden çok sayıda kanaat önderi var. Hükümet sözcüleri de cinayette aslında kendilerinin hedef alındığını söylüyor.

Bu konudaki tartışma kendisini DDK raporunda da gösteriyor.

‘BU CİNAYETTE ACEMİLİK VAR’

Raporun kamuoyuna açıklanan “Sonuç” bölümünün en sonunda “olayın mahiyeti/şekli hakkında bazı hususların ifade edilmesini gerekli görüyor” DDK Başkanı Cemal Boyalı ve kurulun diğer 4 üyesi.

DDK bu girişten sonra, “İlk bakışta olayın ilk derece mahkemesinde sonuçlandırıldığı şekilde bir eylem olduğu söylenebilmektedir” diyerek, birinci görüşe ve İstanbul’daki mahkemenin 17 Ocak’ta açıkladığı kararına atıf yapıyor.

Bu görüşü destekleyen başlıca 3 faktör bulunuyor DDK’ya göre. Bunlardan birincisi, “alınan ilk istihbaratın anı ile cinayetin işlendiği vakit arasında geçen uzun zaman dilimidir”.

Gerçekten de Trabzon Emniyeti’nin, İstanbul ve Ankara’ya Dink’i hedef alan cinayet hazırlığını haber verdiği tarih 17 Şubat 2006’dır. Jandarma İstihbaratı ise hazırlığı 2006 Temmuz ayında öğrenmiştir. Cinayet çok sonra 19 Ocak 2007 tarihinde işlenmiştir.

İkinci faktör, “Faillerin cinayetin işlenmesine kadar geçen sürede çok sayıda kişinin olaya vâkıf olacağı şekilde acemice davranışlar sergilemeleridir”.

Mahkeme belgelerine bakıldığında, Yasin Hayal’in Hrant Dink’i öldürmek için hazırlık yaptığını Pelitli’de yakın arkadaş çevresinden saklamadığı ortaya çıkıyor.
DDK, üçüncü faktör olarak “faillere silah bulunmasında çekilen güçlükleri” gösteriyor.

Açıkça söylenmese de bütün bu anlatımda “amatör bir iş” çağrışımı çok kuvvetli.

TÜRKİYE’NİN MEBZUL MİKTARDAKİ TECRÜBESİ NE?

Şimdi ikinci teze geçelim.

DDK, “ilk bakışta” beliren birinci görüşü aktardıktan hemen sonra “Ancak...” diyerek projektörlerini madalyonun diğer yüzüne, yani cinayetin devlet içindeki bir yapılanmanın eseri olduğu tezine çeviriyor.

DDK, bu çerçevede önce “Gerek (Dink’in) yaşam hakkının korunamaması ile ilgili sorumluluklar gerekse hatalı uygulamalar/yanlışlıklar/eksiklikler ve ülkemizin Hrant Dink cinayeti benzeri hadiselerle ilgili mebzul (bol) miktardaki tecrübesinin” de değerlendirmeye katılması gerektiğini vurguluyor.

“Mebzul tecrübe” ile neyi kastettiğine de şu sıralama içinde açıklık getiriyor kurul: “Malatya Zirve Yayınevi ve Rahip Santoro cinayetleri, Kafes Eylem Planı, Ergenekon, Devrimci Karargâh, Odatv, Balyoz, İrtica ile Mücadele Eylem Planı, Şemdinli, Danıştay Cinayeti ve faili meçhullerle ilgili davalar...”

DDK’ya göre, yalnızca bu davaların varlığı değil, aynı zamanda “bu davalarda kamu görevlilerine atfedilen fiiller ile bazı davalarda iddia konusu edilen amaçlar, eylem yöntem ve türleri ile bazı sanıkların Hrant Dink’in öldürülmesine giden süreç ve fiillerle bağlantısına ilişkin emarelerin de dikkate alınması” gerekiyor.

Bu bağlamda örnek olarak Veli Küçük ve Kemal Kerinçsiz gibi Ergenekon sanıklarının Hrant Dink aleyhine yürütülen kampanyalarda da karşımıza çıkması gibi durumları gösterebiliriz.

PEKİ HANGİSİ DOĞRU?

Rapor, bu çerçeveyi çizdikten sonra “Cinayetin, Hrant Dink’in ötekileştirilerek hedef haline getirildiği ve tehdit edildiği süreçlerden başlayarak bir bütünlük içerisinde incelenmesi gerektiğini” vurguluyor. Devamında, “haklarında şüphe bulunan kamu görevlilerinin ihmal ve diğer nitelikteki fiillerinin de doğrudan ana cinayet davası kapsamında soruşturulmasının ve yargılanmasının zorunlu olduğu” belirtiliyor.

Özetlemek gerekirse DDK, “ilk bakışta münferit bir olay gibi görünüyor ama devlet içi hukuk dışı bir yapılanma olması da ciddi bir ihtimaldir. Bunun ortaya çıkarılabilmesi için ana davayla kusurlu görülen devlet memurlarının davaları birleştirilmelidir” mesajını veriyor.

Gerçeğin bütün boyutlarıyla gün ışığına çıkması için Dink davasının yeniden görülmesini beklememiz gerekiyor.
Yazarın Tüm Yazıları