Yargı Reformu (2): Tutuklama sorununda ilerleme çok sınırlı
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
AVRUPA hukuk sisteminin bugün Türkiye’ye dönük başlıca şikâyet konularından biri, mahkemelerin şüpheliler hakkında adli kontrol önlemleri uygulamak yerine çoğunluk doğrudan tutuklama yoluna gitmesidir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) tutukluluğu istisnai bir önlem olarak görmesi, önceliği adli kontrol önlemleri yoluyla tutuksuz yargılamaya vermesine karşılık, Türkiye’de özellikle de özel yetkili mahkemelerde tutukluluk, AİHM içtihadının tam tersi yönünde neredeyse rutin bir uygulamaya dönüşmüş bulunuyor.
Adalet Bakanı Sadullah Ergin tarafından açıklanan yargı reformu paketi bu soruna bir çözüm getiriyor mu? HÜKÜMETE GÖRE TUTUKLAMA EN SON ÇARE
Bu soruya yanıtı öncelikle hükümetin açıkladığı yasa tasarısının gerekçesinde arayalım. Gerekçede, “Tutuklama en üst derecedeki kişi hak ve özgürlüklerine müdahale eden bir koruma tedbiridir. Bu nedenle ölçülülük ilkesi gereğince tutuklama tedbirine en son çare olarak başvurulmalıdır” deniliyor, tutuklama yerine adli kontrolün “daha doğru bir çözüm” olduğu vurgulanıyor. Çok güzel sözler bunlar.
Bakan’ın tasarıyla ilgili olarak yaptığı sunumda, getirilen düzenlemelerle “tutukluluk kararı verilmesinin zorlaştırıldığı” belirtiliyor. Ergin’in özellikle tutuklama kararlarına “ayrıntılı gerekçe yazılması” zorunluluğunu, bu hedefe dönük en önemli araç olarak gördüğü anlaşılıyor. Ancak bunun sonucu için uygulamayı görmek gerekiyor.
Pakette bunun dışında doğrudan adli kontrol önlemlerini konu alan bir değişiklik de var. Bu düzenleme ile 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun adli kontrolü mümkün kılan ceza sınırları bir nebze esnekleştiriliyor.
Bu yasanın 109’uncu maddesinin birinci fıkrasında “...tutuklama sebeplerinin varlığı halinde, üst sınırı üç yıl veya daha az hapis cezasını gerektiren bir suç sebebiyle yürütülen soruşturmada, şüphelinin tutuklanması yerine adlî kontrol altına alınmasına karar verilebilir” deniliyor.
Hükümet tasarısıyla buradaki 3 yıl sınırı 5 yıla çıkarılıyor. Bu durumda bir şüpheli üst sınırı 5 yıl ya da bunun altında hapis cezası getiren bir suçtan dolayı soruşturuluyorsa, hâkim takdir yetkisi içinde şüpheliyi adli kontrole alarak tutuksuz yargılanmasına karar verebilecek. BÜYÜK DAVALAR ETKİLENMEYECEK
Getirilen esneklik hangi suçları kapsar? Kamuoyunda ve siyasette tartışma yaratan büyük davaları etkileyebilir mi?
Ergenekon, KCK ve Odatv gibi davalara baktığımızda, sanıklara karşı ortak payda olarak Türk Ceza Kanunu’na “devletin güvenliğine” ve “anayasal düzene karşı suçlar” fasıllarından TCK’nın 314’üncü maddesinin işletildiğini görüyoruz. (TCK’nın başka maddeleriyle istenen ek cezalar hariç.)
TCK 314’te “örgüte üye olanlara beş yıldan 10 yıla kadar hapis cezası verileceği” yazılı. Alt sınır 5, üst sınır 10 yıl.
Hükümet tasarısında adli kontrol için “üst sınır” 5 yıl olarak tanımlandığından, bu davalarda terör örgütü üyeliği ile suçlanan sanıkların herhangi bir şekilde yararlanabilmeleri söz konusu değil. Balyoz davasında da istenen cezalar daha yüksek olduğu için bu çerçevede bir etki söz konusu değil. ÖNERİLEN ÇÖZÜMÜN ETKİSİ SINIRLI KALACAK
Bu düzenlemeden yararlanabilecek tek kategori, örgüt üyesi olmayıp örgüt faaliyetlerine destek vermekle suçlanan sanıklar. Mevcut uygulamada TCK’nın 220’nci maddesinin 6’ncı fıkrası, “örgüte üye olmasa da örgüt adına suç işleyen” ya da 7’nci fıkrasında “örgüt içinde hiyerarşik yapıya dahil olmamakla birlikte, örgüte bilerek ve isteyerek yardım eden” kişilerin “örgüt üyesi olmak suçundan cezalandırılacaklarını” belirtiyor.
Bu durumdaki şüpheliler otomatik olarak TCK’nın 5 ile 10 yıl arasında hapis cezası öngören 314’üncü maddesinin kapsamı içine giriyor. Yeni tasarı bu kategorideki tutukluların durumunu rahatlatıyor. Düzenlemeyle, TCK 220’nin 6’ncı fıkrası kapsamı içinde olanlara verilecek cezada “yarı oranında”, 7’nci fıkra kapsamında olanlarda ise “üçte ikiye kadar indirim yapılması” öngörülüyor. Bu durumda örgüte yardımcı olan her iki kategorideki şüphelilere verilecek cezalarda üst sınır 10 yıldan 5 yıla düşüyor ve kontrolle ilgili getirilen esneklikten yararlanmaları mümkün oluyor.
Bu durumda yapılacak düzenlemeden örgüt üyelerinden çok basın bildirisi okumak, gösteri yapmak gibi fiillere katılan, ancak TCK 220 çerçevesinde örgüt üyesi suçlamasıyla tutuklu yargılanan örneğin (KCK ve bazı sol örgütlerden) sanıkların yararlanabileceklerini tahmin etmek hatalı olmaz.
Sonuçta paketin “tutuklamaların yaygınlığı ve uzunluğu” sorunu için getirdiği çözümlerin etkisinin çok sınırlı kalacağını söyleyebiliriz.