Paylaş
- Disiplin gösterisi...
- “Daha hızlı, daha güçlü, daha yüksek” vurgusu...
- Olimpiyat ruhu...
- Statlarda kule yapmalar...
- İçeriği aşan görkemli törensellikler...
- Otoriter rejimlerin pek sevdiği resmi geçitler...
Bütün bunlar 20. yüzyılın başlarında çok popülerdi.
Demokratik ülkelerde çoktan aşılıp geçildi.
* * *
Ama bizde aşılıp geçilemedi.
Cumhuriyet’e, Atatürk’e, laikliğe gönülden bağlı olduklarını söyleyenler, törenleri bile “mumyalayarak koruma” hevesine kapıldılar.
Tören formlarını yenileyip güne uyarlamak yerine, tören formlarında bile tutuculuk yaptılar.
Oysa 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı’nın maksadı belliydi:
19 Mayıs’ın ruhunu hatırda tutmak adına gençler için bir bayram...
Bu maksadın ille de stadyumlarda genç kızlara bir örnek hareketler yaptırarak, genç erkeklere kuleler kurdurarak, bando takımları eşliğinde asker yürüyüşleri yaptırarak gerçekleştirilebileceğini kim iddia edebilir?
Geçen yüzyıldan kalma alışkanlıkları sürdürmek yerine bu bayrama yeni bir ruh, yeni bir içerik, yeni bir tören formu getirilemez miydi?
Ama getirmediler.
Cumhuriyet’e, Atatürk’e, laikliğe herkesten fazla gönül verdiklerini söyleyenler, her alanda olduğu gibi bu alanda da tutucu mu tutucu bir tutum almayı tercih ettiler.
* * *
Peki onlar tutucu bir tavır aldılar da “muhafazakâr iktidar”, pek mi devrimci bir tutum sergiledi?
Milli Eğitim Bakanlığı, 19 Mayıs’la ilgili kararını, “stadyum törenleri çok otoriter bir ülke fotoğrafı veriyor, hemen değiştirelim” anlayışıyla mı aldı?
Ne gezer?
Onların motivasyonu bambaşka...
Stadyumlardaki 19 Mayıs törenleri bu ülkede uzun süre “etek boyu tartışmaları”na neden olmuştur.
Törenlerde genç kızların giyecekleri bir örnek giysilerin etek boyları, 70’lerin “Milliyetçi Cephe” hükümetleri döneminde uzar, muhafazakârlığa uzak kesimler ise bu uygulamaya şiddetle itiraz ederlerdi.
“Etek boyu tartışması”yla yoğrulmuş “muhafazakâr hafıza”, bugün devreye girdi.
Doğru dürüst bir alternatifi konulmadan stadyum yasağı başladı.
“Çocuklar üşümesin / ders de çalışabilsinler” türü gerekçeye kimsenin inanmamasının temel nedeni budur.
* * *
Bu ülke böyledir:
Laikliği, Cumhuriyet’i, Atatürk’ü herkesten çok sevdiklerini söyleyenler...
“Mumyalaştırarak koruma” yolunu tutarlar.
İktidara tam olarak yerleşen muhafazakârlar ise “Milliyetçi Cephe” alışkanlığıyla...
“Kökten kaldırma” yoluna giderler...
Durum böyle olunca da...
Bu hırgür içinde...
“Otoriter görüntü” diyenin, “faşistlerin pek sevdiği disiplinli gösteri” diyenin, “Stadyumda kule yaparak vatan sevgisi gösterilmez” diyenin, “Geçen yüzyılın alışkanlıklarına son verilsin” diyenin... Ne demek istediği anlaşılmaz.
Evren’in yargılanmasına neden hiç sevinmedim?
BURNU büyüklük yapmayacağım ve özür dileyeceğim.
12 Eylül Referandumu’ndan önce “zamanaşımı”nı gerekçe göstererek Kenan Evren’in yargılanmasına ihtimal vermiyordum.
Ama bu ihtimal gerçekleşti.
Özür diliyorum.
Yanılmışım.
* * *
Ama yanılmış olmam şu gerçeklerin altını çizmeme engel değil:
- Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya hakkında açılan davanın kabul edilmiş olması, 12 Eylül’le her açıdan hesaplaşma anlamına gelmez.
- Evren’in yargılanacak olması, işkence yapanları, idam kararları verenleri, günahsız insanları aylarca sürüm sürüm süründürenleri, “Allah razı olsun Evren
Paşa’dan” diyenleri, 12 Eylül’ün kodamanlarına ev sahipliği yapanları kimseye unutturamaz.
- Dört başı mamur bir arınma ancak 12 Eylül zihniyetiyle hesaplaşarak gerçekleşir.
- KCK operasyonu adı altında seçilmiş milletvekillerinin evlerinin çilingir marifetiyle açılıp basıldığı bir günde “Evren yargılanıyor” diye sevinmek hiçbir demokrata yakışmaz.
- Uludere’de verilen yanlış istihbaratın kimden kaynaklandığının kamuoyuna açıklanmadığı bir ortamda artık bir “pir-i fani” haline gelmiş olan Evren’in ayağına savcı gönderilerek alınan savunmadan bir şey çıkmaz.
- Keyfi tutuklamaların bütün hızıyla devam ettiği bir ortamda, bırakın Kenan Evren’in ayağına savcı göndermeyi, darağacında sallandırsanız da hesaplaşmış olamazsınız.
- Polis operasyonlarıyla hafiften aykırı giden insanlara “Valizi her daim hazır tut” anlayışının aşılandığı bir ortamda Evren’i yargılasan ne olur, yargılamasan ne olur?
12 Eylül uygulamalarını yeniden hortlatarak 12 Eylül yargılaması mı yapılırmış?
Hepimiz arkadaşız
MAGAZİN âleminde “sadece arkadaşız” diye bir klişe vardır.
Dikkat! Dikkat!
Bu klişe aşılıp geçildi.
Artık “hepimiz arkadaşız” deniyor.
* * *
Olay şu:
“Kavak Yelleri” adlı diziyle ünlenen İbrahim Kendirci adlı oyuncu, Beyoğlu’nda arkadaşlarıyla eğlenirken kameralara yakalanmış.
Flaşlar patlayınca bir panik yaşanmış.
Kendirci ilk paniğin ardından şöyle demiş:
“Sakın yanlış anlaşılma olmasın, hepimiz arkadaşız.”
Burada bir “gülücük işareti” varmış gibi davranabilirsiniz.
Macaristanlaşmak
- “İranlaşmak” bitti.
- “Cezayirleşmek” bitti.
- “Malezyalaşmak” bitti.
- “Mısırlaşmak” bitti.
Şimdi yeni moda “Macaristanlaşmak”...
* * *
Milliyet’in dünkü manşetinden aynen aktarıyorum:
Macaristan’da şunlar oluyormuş:
- Merkez sağ parti yüzde 53’le iktidara gelmiş.
- Meclis’teki sandalye sayısının yüzde 68’ine sahip olmuş.
- Anayasada yapılan değişiklikle Sayıştay’ı iktidara bağlamış.
- Merkez Bankası da hükümetin emrine alınmış.
- Yargı sistemi de iktidarın kontrolüne girmiş.
- Basına ağır para cezası tehdidiyle gözdağı veriliyormuş.
- Yeniden belirlenen seçim sistemiyle iktidar partisine avantaj sağlanmış.
Unutmayalım:
Macaristan bir AB ülkesi...
Ve AB bile olup bitenlere karşı çaresiz.
* * *
Bir şey daha söyleyeceğim: Macarların kökleri Hun Türklerine dayanıyor.
Polis zorla baş açtırdı
MERYEM ve Sinem...
Aynı evde kalan iki üniversite öğrencisi...
İkisi de türbanlı ya da başörtülü... (Meşrebinize göre seçin birini).
Terörle Mücadele ekipleri sabahın 4’ünde evlerini basıyor.
Gerekçe: Anadilde eğitim özgürlüğü eylemlerine katılmak.
Yani?
Terörist faaliyetlerde bulunmak...
“Terörle Mücadele Kanunu” sayesinde “İzinsiz gösteriye katılmak” bile bir terör suçu haline geldiği için buraya kadar her şey “normal”.
Ancak bundan sonrası Terörle Mücadele Kanunu’na bile sığmayacak nitelikte:
Gözaltına alınan iki öğrencinin de başları polis marifetiyle açılıyor.
Başörtülerine el konuyor.
Gözaltındaki iki öğrenci, avukatlarıyla görüşmeye de başı açık olarak çıkarılıyor.
Başörtülerine neden el konulduğu sorulduğunda ise “Kendilerini asmasınlar diye el konuldu” cevabı veriliyor.
Yani başörtüsüne, resmen kemer ya da ayakkabı bağcığı muamelesi yapılıyor.
* * *
28 Şubat’ta böyle bir olay olmadı... Olsaydı yeri göğü inletirdik.
Ancak bugün böyle bir olay oldu, olabildi...
Taraf gazetesinde bir haber, Milat gazetesinde iki köşe yazısı... Hepsi bu... Elimden bir şey gelmiyor, sadece acı bir şekilde tebessüm ediyorum.
Paylaş