BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan’ın gazetelere, köşe yazarlarına kızdığı zaman tepkisini bastırmaya, kontrol etmeye pek gerek duymadığı, aksine yaşadığı duygu patlamalarını aynen dışa vurduğu Türk kamuoyunun da artık çok yakından bildiği önemli bir özelliği.
Bazen bir televizyon habercisinin canlı yayında verdiği bir ayrıntı, bazen bir yazarın köşesindeki analiz, bazen de bir muhabirin yazdığı özel bir haber Başbakan’ın öfkeyle kaplanmış tepkisini tetikleyebiliyor.
GAZETECİYE DENSİZ DEMEK
Erdoğan’ın son dönemdeki bu tür sert çıkışlarından biri, seçim kampanyası sırasında Milliyet yazarı Nuray Mert’e yönelen tepkisiydi. Başbakan, Mert’in Kürt sorununa dönük bir analizde Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren bayındırlık politikalarının güvenlik politikalarıyla birlikte oluşturulduğu yolundaki görüşüne son derece kızgın bir üslupla karşılık verdi; “namert”, “izansız” ve “densiz” gibi sıfatlar kullandı kendisi hakkında. Başbakan, deprem felaketinden hemen sonra Van’a giden Cüneyt Özdemir’in CNN Türk için yerle bir olmuş bir köyden yaptığı yayında yetkililerin tutumuyla ilgili eleştirel saptamalarda bulunmasına da içerledi. Özdemir’e kızgın bir üslupla “Senin bilgilerin doğru, bizim bilgiler yanlış. Peki öyle devam et... Bu, böyle bir sürece katkı sağlar mı? Sağlamaz...” diye çıkıştı Erdoğan. Bu ifadedeki önemli bir nokta, Başbakan’ın depremden sonraki yardım faaliyetlerini konu alan bir haberin yararını sorgulamasıdır. Bu mantık, siyasal iktidar tarafından bir sürece katkı sağlamayacağına kanaat getirilen bir haberin verilmemesi sonucuna kadar varabilir. Erdoğan’ın bu tür çıkışlarına geçmişten pek çok örnek vermek mümkün. Medya patronlarına bazı köşe yazarlarının vitrinden çıkartılmasına dönük çağrıda bulunması, muhabirlerden gördükleri aksaklıkları önce valilere ya da bakanlara söylemelerini, ancak önlem alınmadığı takdirde haber yapmalarını istemesi de bu çerçevede hatırlatılabilir.
BASINA HİDDETLİ ÜSLUP
Başbakan’ın basına dönük bu tutumu çerçevesinde kayda geçecek son örnek yakın zamanda olmuştur. Erdoğan, Uludere konusundaki manşetleri nedeniyle Taraf gazetesi ve bu konuda yazdığı bir haberde MİT’le ilgili iddiaları nedeniyle gazetenin muhabiri Mehmet Baransu’yu hedef almıştır. Erdoğan, bir gazeteci için “cambaz” diyebilmiştir. Burada karşımıza çıkan durum, hem içerikteki ağır ifadeler, hem de her zamanki gibi eleştirilerin yüksek bir ses perdesinden ifade edilmiş olmasıdır. Söz konusu gazete haberinde hatalı olabilir. MİT, dün ikinci bir açıklamayla haberi kategorik bir şekilde yalanlamıştır. Ancak hata olması, bir demokraside Başbakan’a muhabirleri, yazarları ve gazeteleri hedef alarak hiddetli bir üslupla hitap etme ayrıcalığı vermez. Temel sorun, öncelikle işin ilkesiyle ilgilidir. Demokrasilerde siyasal iktidarlar basındaki eleştirilere ve haberlere tahammül etmek, hoşgörü göstermekle yükümlüdür. Bir demokrasinin gelişkinliği, iktidarın basına tahammül düzeyiyle doğru orantılıdır.
MESELEYİ KENDİSİ HALLEDİYOR
Kuşkusuz arzulanan, basının da hata yapmamasıdır. Hata olsa bile bunun çaresi bir açıklama yapılması, gerekirse hukuk içinde tekzip, tazminat gibi mekanizmaların işletilmesidir. Ancak Başbakan bugüne dek sergilediği pratikte, genellikle bu tür yöntemlere başvurmadan önce ipleri bizzat kendi eline alarak meseleyi bildiği klasik yöntemle halletme yoluna gidiyor. Bu yöntem, gazete ya da gazetecinin kamuoyu önünde azarlayan bir üslupla uyarılmasıdır. Bu yöntem demokrasi kültürüyle bağdaşmıyor, basın özgürlüğü açısından büyük sıkıntı yaratıyor. Özellikle Türkiye gibi iktidar yoğunlaşmasının yaşandığı bir ülkede, iktidar kullanımında “eli ağır” bir başbakanın gazetecileri, gazeteleri doğrudan hedef almasının basın üzerinde caydırıcı bir etki yaratması kaçınılmazdır. Bu caydırıcı etkinin zaten pek çok tezahürüne tanık oluyoruz.