Paylaş
Arel Üniversitesi’nde gerçekleşen programda üniversiteli gençlerin sorularını yanıtladım.
Soruların kahir ekseriyetinin “Döndün ama neden döndün, bir deyiver hele” kıvamında gelmesinin ardından...
Kendimi şu 10 maddelik dersi almış ezber yaparken yakaladım:
* * *
BİR: Köşe yazarıysan her gün aynı yere vuracak, her gün aynı yeri parlatacaksın. İşte o zaman dostun da belli olur, düşmanın da... “Kafama göre takılırım” dersen ne dostun belli olur, ne düşmanın...
İKİ: Bu memlekette yazarlık yapacaksan, takılı plak gibi hep aynı şeyleri yazıp çizeceksin... Başka türlü davranırsan “Senin de ne olduğun belli değil arkadaş” derler. Hiç açık vermek istemezler, “Bırakalım bunun da ne olduğu belli olmasın” demezler.
ÜÇ: Bizde çoğunluk “Bush sendromu”na yakalanmış durumda: Bir görüşün ya yanındasındır ya da karşısında... Ortası yoktur.
DÖRT: Korkarım ben Hasan Pulur kıvamına gelsem de kurtulamayacağım şu “Döndün ama neden döndün?” sorusundan.
BEŞ: Eskiden bağımsız takılan sosyalistlere “çizgisi belirsiz sosyalist” kelimelerinin baş harflerinden yola çıkılarak “ÇBS” denirmiş... Bu memlekette “ÇBS” olmak her zaman hakir görülmüştür, görülmeye de devam ediyor.
ALTI: Şunu bilir, şunu söylerim: Bir partin, bir cemaatin, bir hizbin, bir grubun, bir locan olacak arkadaş! Benim için artık çok geç... Yeni gelenler ve gelecek olanlar! Bari siz kendinizi kurtarın. Girin bir gettoya, rahat edin.
YEDİ: “Dönek” yaftasını bir kere yemeyegör... Ömür boyu atamazsın boynundan... Sen ne kadar “Ben gücü görünce tornistan yapmadım” desen de, sen ne kadar “Fikirlerin değişmesinden daha doğal ne olabilir ki?” desen de, sen ne kadar “Dönekliğin de çeşitleri var” desen de... Olmaz, olamaz... Bir kere adın döneğe çıkmasın! Mümkünü yok kurtulamazsın.
SEKİZ: “Sen niye döndün?” sorusunu sorarak puan kazandığını sanan partizanı anlarım, cemaatçiyi anlarım, grupçuyu anlarım ama gençleri asla anlayamam. Henüz dünya görüşü oturmamış olan 20 yaşındaki bir gencin, “Söyle bakalım, sen niye döndün?” diye soru sormasını anlayamam.
DOKUZ: Bu ülkede “dönek” suçlaması kadar tutmuş başka bir suçlama yok. Hep aynı şeyi söylemeyi itiyat edinenler çok iyi çalışmışlar vallaha...
ON: Artık akıllandım. Madem yeni nesiller bile “Olduğun yerde sabit kal abi” havasındalar... O halde ben de bundan böyle “dönmenin erdemleri” üzerine diskur çekmek yerine “Aslında o kadar da dönmedim” cakası satacağım.
İddianameye açık, savunmaya kapalı
SONER Yalçın ifade veriyor, gazetelerinde bir iki satırla haber yapıyorlar.
Yalçın Küçük 7 saatlik savunma yapıyor ama sadece salonda Ahmet Şık’la yaşadığı gerilimi haber yapıyorlar.
ODA TV sanıkları mahkeme salonunda müthiş açıklamalar yapıyorlar ama gazetelerinde tıs yok.
Sıra Ahmet ve Nedim’e geldi... Onların savunmalarına bakalım ne kadar yer ayıracaklar?
Kısacası...
İddianameden yola çıkarak manşet üstüne manşet atanlar, savunmalardan yola çıkarak küçücük bir haber bile yapmıyorlar.
* * *
Şaşırıyor muyuz?
Tabii ki hayır!
Onlar için çok uzun süredir “hakkaniyet” bir değer değil, bunu biliyoruz.
Nokta atışları
MÜMTAZ’ER: Atandığı “yüksek” görevden bir rivayete göre istifa etmiş, bir rivayete göre istifa ettirilmiş. İstifa ettiyse bravo! İstifa ettirildiyse “devletle gelen devletle gider” deyip fazla mesele etmesin.
BÜLENT: Bülent Ersoy gibi dikkatin şahını çeken biri neden daha da dikkat çekmek için “Deniz Gezmiş’e üç gazoz karşılığı çok şarkı söylemişliğim vardır” palavrasını atmaya tenezzül eder ki? Şöyle bir yürüse zaten yeterince dikkat çekiyor, ekstrasına ne gerek var?
ARKA PLAN: Bazı olayların arka-planı olmaz. O nedenle “Yiğit Bulut’un görevden alınmasının arkasında ne var?” diye soru sormayın. Ne yani? Bir kurum, altı korumayla gezen birini daha fazla sırtında taşımak istememiş olamaz mı?
HAKAN: Hakan Şükür, “Milletvekili oldum ama bu iş hiç de düşündüğüm gibi değilmiş. Ben futbol yorumculuğunu tercih ediyorum” diyerek istifayı bassa... Süper bir hareket çekmiş ve hepimizin gözünde göklere doğru yükselmiş olmaz mı?
KASIMPAŞALI: Başbakan Erdoğan’a “Kasımpaşalı” demek ayıp değildir. O nedenle Taraf yazarı Mehmet Baransu’nun “Başbakan Erdoğan’a Kasımpaşalı dememeliydim, bu nedenle özür diliyorum” diye yazmasını yadırgadım.
Yalan Dünya’dan bölümler seyrettim
DOĞAN TV CEO’su İrfan Şahin’le bir öğle yemeği yedim dün.
Reytinglerden, dizilerden, televizyon dünyasından söz ettik.
“Keşanlı”dan girdik lafa “Öyle bir geçer zaman ki”den çıktık.
En sonunda “Ben en çok ‘Yalan Dünya’yı merak ediyorum. Avrupa Yakası kadar iyi mi?” diye soruverdim.
İrfan Şahin “İstersen bazı bölümlerini izlettiririm” demesin mi?
Atladım teklifin üzerine...
* * *
“İlk intibalar önemlidir” derler...
“Yalan Dünya” ile ilgili ilk intibalarımı takdim ediyorum:
Tipleri tanımadan, ana hikayeyi bilmeden bile esprilere kahkahalara güldüm.
Olgun Şimşek iki farklı karakteri canlandırıyor, biri fenomen olacak.
Şuna kanaat ettim: Gülse Birsel sitcom işini yerlileştirmeyi ve yapmacıklıktan uzaklaştırmayı biliyor.
Beyaz çok yakışmış bu diziye...
Avrupa Yakası’nda cicili bicili dergilerin dünyası işleniyordu. Yalan Dünya’da ise kameramanı, yönetmeni, oyuncularıyla dizi dünyası işleniyor.
Nişantaşı dizisi değil bu... Cihangir dizisi...
Kültürel çelişki de var... Afyonlu sıradan bir aile ile Cihangir’in entel dünyası arasındaki uyumsuzluktan doğan espriler gerçekten harika...
İddia ediyorum: “Yalan Dünya”, Avrupa Yakası’nı sollayacak. Çünkü karşımızda kalemi daha da kuvvetlenmiş, oyuncuları daha güçlü, hikayesi daha sağlam bir dizi var.
Koşulsuz bağlı ile ilkesel destekçi arasındaki farklar
“KOŞULSUZ bağlı” olaylara “Nasıl savunurum” diye bakar. “İlkesel destekçi” olaylara “İlkeyle arada bir çelişki var mı” diye bakar.
“Koşulsuz bağlı” için destek verilen hatadan münezzehtir. “İlkesel destekçi” için destek verilenin ayağı her an kayabilir.
“Koşulsuz bağlı” koşullar değişse de tutumu değişmez... “İlkesel destekçi” koşullar değiştikçe tutumunu gözden geçirir.
“Koşulsuz bağlı”, en çok ilkesel destekçiden rahatsız olur. “İlkesel destekçi”, “koşulsuz destekçi”yi adam yerine koymaz.
“Koşulsuz bağlı”nın en büyük silahı pişkinliktir. “İlkesel destekçi”nin en büyük silahı delikanlılıktır.
Paylaş